tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Selimcan Yelseli

Sanat Tarihçi/Yazar

Buhran vesikası-1: Mimari

04.01.2022
A+
A-

Bana her şey birdenbire sona erecek gibi gelirdi. Nasıl mı? Çocukluğumun kızıl şafaklara uzanan gecelerinde aklım kıyamet fikri ile dolar, göklerin ansızın ikiye katlanacağını, akan suların duracağını, büyük bir sarsıntı ile yerin dibine geçeceğimizi vehmeder, bu vehmin ürpertisi ile tedirgin uykulara dalardım. Sonraları her türlü akıbetin her ihtimaline karşı teslim olmaya başladım. Büyümüştüm.

Kıyamet algısının tarihi, insanlığın ilk yıllarına kadar uzanır. İlkel çağlarda yaşamış bir insanın tabiatın basit bir cilvesiyle dehşete düştüğünü biliyoruzdur çoğu zaman. Gök gürültüsü onun için büyük bir gazabın habercisidir hep. Tabiat, tüm cilveleriyle insanı emniyet duygusuna mecbur kılar. İnsanın şuurunda derinleşen kıyamet fikri de tabiatın cilvelerinden beslenir. İnsanlığı bekleyen nihai sonun bir benzerini her ne kadar şiddet olarak daha hafif olsa da tabiatın hiddetinden seyrederiz. Tabiatın çokluk içinde tekliğe ulaşan hakikat tecellisi aynı zamanda bu hiddete karşı tek tesellimizdir. Bu teselli ezelden beklediğimizi ve bekleyeceğimizi de unutturmuştur bizlere.

Ama bazı teselliler var ki, tabiattan ziyade insan eliyle oluşturulmuştur. Hanidir popülist söylemler dimağımda diken diken büyürken, başımı kaldırıp, yüksek binalara göz atıyorum. Onları izlemek ürpertici bir keyif veriyor bana. İnsanın, raf raf büyüyen metal bir dekor içinde dolaşırken veya devasa makineler arasında öylece kalakalmışken tüm vücudunda duyduğu tekinsiz hisse ve tedirginliğe kapılıyorum. Kıyamet algısının aşina olduğum sancısı burada başlıyor bende. Çocukluğumun kızıl şafakları gören gecelerinin o ilkel, o buruk tadını böyle alıyorum.

Ortaçağ’ın Romanesk mimari anlayışından evrilen Gotik mimari de böyle bir hissi bile isteye yaşatmak için büyük, sivri, ihtişamlı bir debdebe halinde, böyle sembolik bir tavırla imar edilmesin sakın? Elbette! İnsana, aşkınlık hissinin karşısında acziyetini bildiren her fikre tutkundu Ortaçağ. Bu çağda dinsel ögelerin ve öğütlerin gölgesinde büyüyen sanat, insana hikmeti ihtar eden el yazmaları, kubbeler, sunaklar, taçkapılar hep bu minvalde gelişmiştir. Ortaçağ insanı kaygıyı, nihayeti, kıyameti kabul ederek ve adeta onu pratik bir değer olarak düşünerek dünyaya nazar kılmıştır… Devasa mimarinin içinde insana; varlığını ve kainata karşı aciz duruşunu ihtar etmiş, o ciddi, o sayfa sayfa öğüt deryası kutsal sahneli el yazmalarında da; çizgi çizgi gerçekçilikten ziyade manada gerçekçiliği insana yine insan eliyle aratmıştır.

Günümüzün yüksek binaları bu fikirle mi şehirlerin ortasında böyle pervasızca yükseliyor? Hayır… Bugün mimari, boyutunu ve eksenini kendi kendisinden sıyıran ve lüksü en mühim kıstas vesilesi gören bir biçeme sahip. Yükselen yükseldikçe tam bir tezat teşkil ederek alçalan kıymetlere ve yüz kapısı bir kapı etmez tavırlara gebe…

“Ne yani, çağın şartlarına uygun mimari budur…” diyenleri duyar gibiyim. Buna itirazım yok. Burada mimariyi aşan sosyolojik ihtiyaçlar meselesi devreye giriyor. Çağın gereksinimlerine göre şekillenen insan anlayışı ve fikri böyle bir mimari anlayışı gerektiriyor. Kabul…

Ama en başta da sözünü ettiğim kıyamet meselesi tahlil neticesini koymaya memur değil mi sizce de? Büyüklük karşısında ne denli küçük olduğuna uyanan insan idraki ve büyüklük karşısında o büyüklüğe kafa tutacak kibir.

Nerede Âlem-i sagîr, nerede Âlem-i kebîr? Ne denir?

Kıyamet herkesin dilinde, ama beklenmiyor…

İsimsiz, cisimsiz bir buhranın en sarih delâleti!

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.