İslam’ın esir hukuku politikaları ve uygulamaları
Tarih, insanlık haysiyetini defalarca sınamış bir sahnedir. Kimi zaman zaferler gölgelenmiş, kimi zaman adalet perdesi yırtılmıştır. Ancak tarih, yalnızca galiplerin hikâyelerinden ibaret değildir. İnsanlığın asıl sınavı, gücü elinde bulundurduğu anlarda, zayıfa nasıl davrandığıyla ölçülür. Bu yüzden, İslam’ın esir hukuku, tarih sahnesindeki diğer örneklerden tamamen ayrılır. Çünkü İslam, gücü ve iktidarı bir şiddet aracı değil, bir merhamet vesilesi olarak tanımlar.
Modern insan, özgürlüğü ve esareti yalnızca fiziki durumlarla açıklamaya çalışır. Esaret, zincirlerle, prangalarla, karanlık zindanlarla sembolize edilir. Ancak bu, esaretin yalnızca dışarıdaki bir tezahürüdür. Esaretin asıl merkezi, insanın ruhudur. Modern dünya, bu ruhu prangalardan kurtarmak bir yana, onu görünmez zincirlerle esir etmiştir. Bugün her köşede özgürlükten bahseden modern akıl, insanı tüketimin, kapitalizmin, haz peşinde koşmanın kölesi haline getirmiştir. Bu yüzden, İslam’ın esir hukuku üzerine düşünmeden önce, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Esirlik nedir ve kim esirdir?
Esaret, tarihin en eski meselelerinden biridir. İnsanlar, savaşların neticesinde aldıkları esirlerle toplumlar kurmuş, ekonomiler inşa etmiş ve düzenlerini devam ettirmişlerdir. Ancak bu süreçte, esirler çoğu zaman insanlık onurundan mahrum bırakılmış, işkencelerle ve ağır bedellerle karşılaşmıştır. Roma’nın gladyatör arenaları, Batı’nın Afrika’dan Amerika’ya taşıdığı köle ticareti, insanlığın yüz karası olarak tarih kitaplarına yazılmıştır. İnsan bedeni, ticaretin bir metası haline getirilmiş, ruhu ise yok sayılmıştır.
İslam bu karanlık tarihin ortasında bir ışık yaktı. Esaretin varlığını tamamen ortadan kaldırmasa da, onu insanlık onuruyla uyumlu bir çerçeveye oturttu. Esirler, İslam toplumunda yalnızca birer yük ya da cezalandırılacak düşmanlar değil, hakları olan bireyler olarak kabul edildi. Savaş esirlerinin durumu, İslam hukukunda merhamet ve adalet temelinde ele alındı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları soykırım boyutlarına ulaşmasına rağmen Hamas, tutuklularına İslami hukuka göre davrandı. Ateşkes anlaşmasının ardından yapılan tutuklu değişimi, tutuklular aracılığıyla aslında bir insanlık sosyolojisi üretebilir. İsrail Devleti tutuklularına her şekilde kötü davranırken, Hamas’ın tutuklularına en insani tedbirlerle ve İslami hukuk çerçevesinde davrandığı anlaşılıyor.
Kur’an-ı Kerim’de esirlerle ilgili birçok ayet yer alır. Örneğin, Muhammed Suresi’nde şöyle buyrulur: “Savaştığınız düşmanları yere serince, onları esir alın; ya karşılıksız olarak ya da fidye karşılığında salıverin.” Bu ifade, İslam’ın esirlere yaklaşımında cezadan çok kurtuluş odaklı bir anlayış benimsediğini gösterir. Esaret bir son değil, yeni bir başlangıçtır.
Tarihte Bedir Savaşı, İslam’ın esir hukuku açısından bir dönüm noktasıdır. Savaşın sonunda Müslümanların eline birçok esir geçmişti. Bu esirlerin durumu, İslam’ın esir hukukuna dair eşsiz bir örnek sundu. Esirler, fidye karşılığında serbest bırakılabileceği gibi, okuma-yazma öğretme gibi topluma fayda sağlayacak yollarla da özgürlüklerine kavuşabiliyordu. Buradaki incelik, esareti bir dönüşüm vesilesi haline getirmekti. Bir insan, özgürlüğünü kazanırken aynı zamanda bilgi ve erdem yolunda bir adım atıyordu.
Bu yaklaşım, esareti yalnızca fiziki bir durum olmaktan çıkarıp, insana kendi özüne dönme fırsatı sunan bir araca dönüştürüyordu. Esir olan bir kişi, Müslüman toplumda yalnızca bir yük ya da bir ganimet olarak görülmüyor, onun manevi ve ahlaki potansiyeli de göz önünde bulunduruluyordu.
İslam’ın esir hukukunda üç temel ilke göze çarpar: adalet, merhamet ve ahlak. Esirler, herhangi bir işkenceye ya da kötü muameleye maruz kalamaz. Esirlere, Müslüman ailelerin yediği yemekten verilmesi, aynı şartlarda barındırılması ve onlara insan onuruna uygun bir muamele yapılması gerekiyor. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) esirlere yönelik tavırları da bu anlayışı yansıtır.
Tarihi kayıtlarda, Peygamber Efendimiz’in esirleri hiçbir zaman aşağılamadığı, aksine onların hidayete erişmesi için çaba gösterdiği belirtilir. Esirlerin özgürlüğüne kavuşması için ailelerinin ödeme gücüne göre fidye belirlenir ya da fidye karşılayamayacak durumda olan esirlere başka yollar sunulurdu. Bu yaklaşım, esirlerin toplumda birer “yabancı” olarak kalmasını önler, onları topluma kazandırmayı amaçlardı.
Modern dünyanın esirlik anlayışı, İslam’ın çizdiği bu çerçeveden çok uzaktır. Bugün, görünürde esaret kalkmış gibi görünse de, modern insanın zincirleri görünmez hale gelmiştir. Kapitalizm, insanı tüketim döngüsünün bir kölesi haline getirmiştir. Özgürlük adına yürütülen savaşlar, gerçekte yeni esaret düzenleri kurmaktadır.
İslam’ın esir hukukunun modern dünyaya verdiği en büyük ders, adaletin yalnızca yasalarla değil, ahlakla sağlanabileceğidir. Bir insanın bedenen özgürleşmesi yeterli değildir; ruhen de özgürlüğe ulaşması gerekir.