tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Talip Işık

Şair/Yazar/Eğitimci

Mehmet Akif Ersoy, Türkiye’nin modernleşme projesidir

12.03.2023
A+
A-

20 Aralık 1873’te Fatih semtinde dünyaya gelen Mehmet Akif Ersoy, ilk eğitimini Fatih Medresesi müderrisi babasının yanında almaya başlar. Babası için “O benim hem babam hem de hocamdır,” der. Cağaloğlu’nda Mülkiye okulunun ilk kısmını bitiren Akif, burada hocası Muallim Naci’den etkilenir, ortaokulda karalamalarla başladığı şiir serüveninde önemli bir aşamaya geçer. Bu dönemde babası Tahir Efendi vefat eder, kısa bir süre sonra Fatih’te oturdukları ev de yanınca aile olarak çok müşkül duruma düşer.

Mülkiyenin yüksek eğitim veren kısmına devam edemez ve yatılı eğitim veren Baytar Mektebi’ne kaydolur. (Veteriner Hekimliği). Mezuniyetinin ardından âşık olduğu İsmet Hanımla evlenir. Eğitim sürecinde Arapça, Farsça ve Fransızcasını ileri seviyeye taşır. İyi bir güreşçi, iyi bir yüzücü ve memuriyet döneminde hafızlığını tamamlayan azimli ve çalışkan bir kişiliğe sahipti.

20 yıl Ziraat Vekilliğinde (Tarım, Orman Bakanlığı) müfettiş yardımcılığı ve müfettiş olarak görev yapar. Görev esnasında Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da salgın hastalıklarla ilgili rapor hazırlar. Üç kıtada, büyük bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu gözlemleyerek notlar alır. Gözleme dayalı bu notlar şairin şiir serüveninde hareket noktası olur.

Bu dönemde Batı Osmanlıyı “hasta adam” olarak nitelendiriliyordu. Abdülaziz’den sonra tahta çıkan II. Abdülhamit, imar çalışmalarına, eğitim kurumlarını bugünkü kurumlarımızın temeli olacak nitelikte kalkınma hamlelerine öncelik veriyor, art arda modern kurumlar inşa ediyordu. Tıbbiye, Fen Fakülteleri, sivil askeri tüm alanda yenilikçi çalışmalarını sürdürüyordu.

Bu dönemde ülke, Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık akımın çatışmaya dönen mücadelesine sahne oluyordu. Akif, İslam’ın terakkiye, ilerlemeye karşı olmadığını, Müslümanların üzerindeki ataleti atarak bilim ve fende kendilerini geliştirmeleri, ataleti üzerlerinden atarak daha çok çalışmaları gerektiğini savunuyordu.

Daha önce de birçok konferansımda belirtmiştim. Akif, ileri görüşlü fikirleriyle bugün de Türkiye’nin modernleşme projesi olarak karşımızda duruyor. Bunu çok iyi değerlendirmemiz, gençlerimize anlatmamız gerekiyor.

Akif, İslamcılık düşüncesini günümüze taşıyan dönemin mimarlarından oldu. Batıcılara karşı Türkçülük akımını devam ettiren İttihatçılarla, tüm çabalarına karşın birlikte hareket etme imkânı ve fırsatı da kalmamıştı. Akif’in bu çabaları karşılıksız kaldı. Şartlı destek verdiği İttihatçılarla arasına mesafe koydu. Yaptıklarının yanlış olduğu konusunda onları uyardı ancak bunlarda fayda etmedi.

Balkanları kurtarmak, Osmanlı Devletini selamete çıkarmak iddiasıyla yayılan İttihatçı furya sözde hürriyet, eşitlik ve kardeşlik sloganlarıyla II. Abdülhamit’i tahttan indirdi ve fakat böylesine devasa bir devletin nasıl yönetileceğine dair uzlaştıkları bir fikirleri de yoktu.

II. Abdülhamit’in kurduğu modern üniversitelerde eğitim gören bu gençler, “ne olursa olsun Abdülhamit gitsin” körlüğünden kurtulamadılar. Bunun faturasını da en ağır bir şekilde aziz milletimizle birlikte İslam coğrafyası ödedi.

Özgürlük vaadiyle adeta devlete çöken zihniyet bütün bir Balkanların elimizden çıkmasına sebep oldu. Yetmedi devleti vesayet altına soktular. Irkçı, Batıcı politikalar yüzünden koca bir devleti dağılmanın eşiğine getirdiler ve nihayetinde büyük bir devlet tarih sahnesinden silinmenin eşiğine geldi.

Akif’in Medine ve Necid ziyareti bu kapsamda gerçekleşir. Çanakkale zaferinin muştusunu burada alır. Kuşçubaşı Eşref, Akif’e coşkuyla sarılarak verir bu müjdeyi. Akif, çölde, kumların üzerinde, saatlerce gözyaşı içinde namaz kılar ve o gece Çanakkale şiirini yazar.

Akif ve heyetin yoğun diplomasisi Arap coğrafyasını ikna etmeye, Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarının isyanını engellemeye yetmez.

Akif için de milletimiz içinde zor yıllar başlar. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından mütefekkir, düşünce adamı Akif, Eşref Edip ve arkadaşlarıyla birlikte fikri mücadelelerine başlatırlar. Son devlet yıkılmasın, son kale düşmesin diye ailelerinden vazgeçen ömrünü vatanına hasreden Akif, sırasıyla Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad dergilerinde yazı ve şiirlerini yayınlar, burada Baş Muharrirlik yapar. Her iki derginin hareket noktası İttihat-ı İslam’dır. Fikir ve eylem adamı olan Akif, mücadelesini her alanda sürdürür.

Balkan Harbi’nde, Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale’de ve Mili Mücadele yıllarında destansı şiirler yazar, il il, kasaba kasaba gezerek Anadolu’yu Yunus Emre gibi manevi olarak birlik ve beraberliğe, direnişe davet eder. Aykırı sesleri bu direnişe destek vermeleri konusunda ikna eder.

Bülbül ve Çanakkale Şehitlerine şiirini, Asım ve İstiklal Marşı’nı bu süreçlerde yazar. Durgun akan nehir artık kayalara çarparak ilerliyor, “Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.” mısraı ile coşkun akıyordu.  Akif kaleme aldığı her eserini bizzat yaşayarak, gözlemleyerek, hakikatin yükselen sesi ve vicdanı olarak milletimizin duygularına tercüman oluyordu.

Akif, Balıkesir’de Zağnos Paşa Camii’nde, Katamonu’da ve birçok bölgede konuşmalar yapar, Kastamonu’da Sebilürreşad dergisini yine Eşref Edip’le birlikte çıkarmaya devam eder. Derginin çoğaltılan nüshaları Anadolu’nun dört bir yanına dağıtılır. Milli mücadele ruhunu harekete geçiren bu çalışma büyük bir teveccühle karşılanır.

Balkanlar kaybedilmiş, Osmanlı askeri birinci dünya savaşında, cephelerde destansı zaferler kazanmasına, galip gelmesine rağmen Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yenilgisi nedeniyle Osmanlı Devleti de yenik sayılır.

Çanakkale Savaşı’nda (1915-1916) büyük bir zafer kazanılır, fakat kısa bir süre sonra 1919 yılında İstanbul’un İngilizler tarafından işgali, özgüvenini kaybeden basiretsiz yöneticiler tarafından engellenemez. Son kale Anadolu, itilaf devletleri tarafından sistematik bir şekilde işgal edilmeye başlanır.

Akif bu acıyı, ye’se kapılmayı bir tarafa bırakarak yeniden diriliş ateşini yakmak için Anadolu’ya, Ankara’ya Burdur Milletvekili olarak davet edilir.

Anadolu’da yeni bir devletin ilk temelleri atılır. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulur. Meclis milli iradeye dayanarak kurtuluş savaşını yönetir. Bu süreçte milli ve manevi hissiyatı harekete geçirecek, toplumu diri tutacak bir milli marşa ihtiyaç duyulur. Harbiye Nazırlığı bu konuyu gündeme getirir.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı 7 Kasım 1920’de 500 TL ödüllü bir yarışma açar. Yarışmaya 724 şiir katılır, ancak hiçbiri beklenen nitelikte, destansı, kahramanlık duygularını yansıtan şiirler değildir. Bu arada Mehmet Akif Ersoy’un bu nitelikte bir şiir üzerinde çalıştığı haberi yayılır. Ancak Akif, 500 TL ödülü reddettiği için yarışmaya katılmayacağını beyan eder.

Mustafa Kemal Paşa ve pek çok milletvekili, Mehmet Akif’in yarışmaya katılmasını çok arzu eder. Dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey Akif’e bir mektup yazarak 500 TL ödül konusundaki endişesini gidereceklerini belirtir ve yarışmaya katılmasını sağlamaya çalır.

Akif, yakın dostu, Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in de ısrarı üzerine “Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği İstiklal Marşı’nı yazmaya başlar.

Hasan Basri Çantay; Akif iki gün tam bir istiğrak (kendinden geçme) hâlindeydi. Evde, sokakta, camide, Meclis’te, uyurken, yürürken, yemek yerken hep İstiklâl Marşı’nı yazmakla meşgul olduğunu aktarır. Nihayetinde Akif şiirini tamamlayarak komisyona gönderir. 724 şiir içerisinden komisyon tarafından seçilen 7 şiirin meclis kürsüsünde okunmasına karar verilir.

Büyük Millet Meclisi, 1 Mart 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında toplanır, Hasan Basri Bey’in teklifi ile şiirlerin okunmasına İstiklal Marşı’ndan başlanır.

Daha ilk mısraı, “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;” okunduğunda mecliste büyük bir alkış tufanı kopar. Her mısraı büyük bir coşkuyla, alkış tufanı içinde okunur.

Nafia Vekili İsmail Fâzıl Paşa’nın isteği kabul edilerek şiir dört defa okunur ve her defasında büyük bir coşkuyla karşılanır. Diğer 6 şiirin okunmasından meclis kararı ile vazgeçilir.

Meclis ve Türk milleti aradığı şiiri bulmuştu. 12 Mart 1921 tarihli meclis oturumunda Akif’in kaleme aldığı, ordumuza ve aziz milletimize emanet ettiği bu şiir, Milli Marş olarak onaylanır ve kabul edilir. (Cumartesi 17.45’te)

Milli Marşın bestelenmesi için de çalışma yapılır. Bu yarışmaya 24 besteci katılır. 1924 yılında Ankara’da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul eder. Bu beste 1930 yılında değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi olan Osman Zeki Üngör’ün 1922 yılında hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konulur.

Mehmet Akif Ersoy, hayatının son dönemlerinde İstiklal Marşı için şunları söylemiştir:

“Bin bir facialar karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar için kurtuluş dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım.

O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.” Bu sebeple Akif, İstiklal Marşı’nı Safahat isimli kitabına almaz.

“Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın,” şeklinde dua hükmünde sarf ettiği sözlerle vatan ve hürriyet sevdasını dile getirir.

Mehmet Akif Ersoy, Milli Marş için konulan 500 TL ödülü Hilal-i Ahmer (Kızılay) bünyesinde faaliyet gösteren Dar’ul Mesai Vakfına bağışlar. Bu vakıf; şehit yakını, gazi ve gazi yakınlarına, kadın ve gençlere iş ve meslek kursları veren, sosyal projeler yürüten bir vakıftır.

İlhamını Kur’an’dan alan ve asrın idrakine söyleten Akif, ilk kelimesi “Korkma!” diye başlayan istiklal marşımızın ilhamını yine Tövbe suresinde geçen, “La Tahzen! Üzülme”, korkma ifadesinden alır. Burada “Korkma” ifadesi sırandan bir söyleyişle değil, uyarıcı, insanı kendine getiren, ayağa kaldıran bir üslupla söylenmiştir.

Bayrak, istiklal, millet ve ezan kavramlarıyla, epik ve lirik tarzıyla, esarete karşı destansı bir direnişi anlatır.

Bu haliyle de Oğuz Kağan ve Ergenekon Destanı’nı andırır. Manzum hikâyeler şeklinde kaleme aldığı eserlerini 7 dönemden oluşan Safahat adlı kitabında bir araya getirir.

İnanç ve değerlerinden asla taviz vermeyen, Batı’nın tekniğini, ilmini alıp kültür ve medeniyetini reddederek kendi kurtuluş reçetemizi yine Kur’an ve sünnetle hayata geçirebileceğimizi şiddetle savunur.

Hiçbir edebi ve fikri akımın içinde yer almaz, ittihadı İslam ve ümmet olma çizgisinden sapmaz, istikametini bozmaz.

Asım’ın neslini, inanç, düşünce ve tarih felsefemizi özetleyen İstiklal Marşı, istiklalimizin nişanesi ve aynı zamanda “Milli Mutabakat Metni” olarak kalbimizdeki eşsiz yerini alır.

Mehmet Akif, 1923 yılında kurulan ikinci mecliste milletvekili olarak tekrar göreve davet edilmeyince 1925 yılında kışı geçirmek üzere gittiği Mısır’dan dönmez. Burada öğretmenlik yapar, bir süre Kur’an Meali yazar sonra bu çalışmasını da farklı sebeplerden dolayı sonlandırır.

1936 yılında vefatına yakın bir dönemde vatan hasretiyle dolu yüreği ayrılığa dayanamaz. Ağır hastalığı nedeniyle İstanbul’a döner. Nişantaşı’nda bir hastanede bir süre tedavi görür. Ancak bu tedavi de sonuç vermez.

“Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir…” diyen Akif, 27 Aralık 1936 günü İstanbul’da bugün müzeye dönüştürülen Mısır Apartmanı’ndaki dairede Hakk’a yürür.

Ömrünü vatanına adamış; veteriner hekim, öğretmen, siyasetçi, aydın, entelektüel bir mücadele ve dava adamı Akif’in tabutu tek atlı bir arabayla Beyazıt Camii’ne getirilir.

Akif’in resmini gören üniversiteli gençler kısa süre içerisinde Beyazıt Camiine akın eder. Sessiz ve mütevazı bir hayat süren Merhum Mehmet Akif Ersoy muhteşem bir gençlik ordusuyla getirildiği Edirnekapı Mezarlığına defnedilir.

Ruhu şâd olsun…

TALİP IŞIK

Yazarın Diğer Yazıları
25.12.2022
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.