Mustafa Yazgan üstadı da uğurladık
Bir bir göçüyorlar… Aramızdan sonbahar yapraklarının hazan ile dökülmesi gibi geçip gidiyorlar desem, olmaz… Hayır!
Sanırım biz birer yaprak oluyoruz da, kökleri metin, topraklarına sımsıkı bağlı bu kadim çınarların, başka âlemlerin suyuna, iklimine meyletmeleriyle o geniş ve bereketli dallarından bir bir düşüyoruz. Önce Sezai Karakoç, ardından Mustafa Yazgan üstat ebediyete irtihal etti…
İmtihan, çile, inanç, gayret, emek… Bu kavramlar gündelik hayatta öyle kolay sarf ediliyor, öyle bir telaşla tüketiliyor ki, insanın söyleyecek sözü, anlatacak hikâyesi kalmıyor… Ömrünü bu kavramlara adayanlara bundan büyük bir haksızlık var mıdır?
Ömrünü bu kavramlara hakkıyla adayan ve bu toz, duman, telaş içinde yüce bir çınar gibi abideleşerek yükselen Mustafa Yazgan üstat ile yüz yüze tanışma şerefine nail olamadım… Bir zamanlar bir dostumun kütüphanesinden bir akşam vakti “Necip Fazıl ile Çağdaş Olmak” adlı incecik kitabını bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum… Sonrasında nerede karşıma çıktıysa bu berrak, bu inançlı üslubu okumaya gayret etmiştim.
İlk gençlik yıllarımda ise gençlere bir tavsiyesine rastlamıştım… Şöyle diyordu üstat; “Gençlik Necip Fazıl’ın çalışma tarzını taklit etmek yerine, eksiksiz tüm eserlerini okumalı…”
Necip Fazıl üstadın hamlesiyle, kabuktan öze işleyen nazarların, onun vefatından sonra yeniden özden kabuğa yönelmesinin zararlarına dair ne faydalı bir öğüt, ne isabetli bir tespitti bu… Nokta atışı derler ya, tam olarak öyle.
Mustafa Yazgan her ne kadar yüz yüze tanışma şerefine nail olamasam da, bende, fikrî mücadele gayreti ve o berrak, o bilge tebessümü ile kalacak. Bir çınar misali yükselmiş fikir dünyasının, kelimeler taşıyan dallarında hazan ile sararmış küçücük bir yaprak dahi olabildiysem ne mutlu bana!
Selimcan Yelseli