Osmanlı Enmûzeci: Kazasker Mustafa İzzet Efendi
Tarihler 15 Kasım 1876’yı gösterdiğinde, dünyadaki vazifesini tamamlayıp, en mukaddes imzasını Ayasofya’ya emanet ederek Hakk’a yürür Kazasker Mustafa İzzet Efendi. Tophane’deki meşhur Kadirîhane Tekkesi’nin haziresine defnedilir büyük usta.
Bir sene dolmak üzere neredeyse, “Can Şehri”nin Hümâ’sını okuduğumdan beri, Mevlânâ yüzlü şehre varıp, Sultan Veled’in gözüyle bakakalmak ve can şerbetinden bir yudum olsun tatmak iştiyakıyla doluyum… Dakikalar kala vakt-i vuslata, soruyorum çocuklara alacağım cevaptan emin, “Konya’nın neyi meşhur çocuklar?” İşittiğim cevapla sarsılıyorum bir anda; “Etli ekmeğii!” Ben onlara onlar bana şaşkın şaşkın bakışıyoruz. “Anne, etli ekmeği bilmiyordum deme sakın!” Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sahi bilen var mı, etli ekmek ne zaman Mevlânâ’dan evvel hatıra gelir oldu? Şehirlerin meşhuru ne zaman aş oldu? Şeref’ül mekân bi’l mekîn değil miydi oysa? “Aydın” deyince artık ezan şehidi Menderes gelmez mi akıllara incirden önce; Çanakkale kahramanı Yahya Çavuş yerine peynir mi gelir Ezine deyince?
Bize ne olmuş böyle? Bize ne olmuşsa usul usul olmuş belli… Lakin vakit intibah vakti, yeniden köklere tutunup dirilme zamanıdır şimdi.
İşte “insan yüzlü şehir”, pirinciyle değil ulemasıyla meşhur Tosya ve Tosya’nın meşhuru Kazasker Mustafa İzzet Efendi, “hattatların en mûsikîşinası, mûsikîşinasların en hattatı”nın enfusî dünyasına gidelim mi?
1801 senesinde Tosya’da dünyaya gözlerini açar Kazasker Mustafa İzzet Efendi yani 19. yy başı, Osmanlı Devleti’nin siyasi, askeri ve iktisadi açıdan hezimetler dönemi; zor bir çağ. Büyük ihtilallerin olduğu, III. Selim’in tahttan indirilip katledildiği II. Mahmud’un son anda canını kurtardığı bir dönem… Batılılaşma yönünde dönüşümün olduğu, gelenek ve modernliğin çatışmasında sancılı geçiş sürecinin yanında kültür ve sanatta, mûsikî alanında ise tekâmül devri diyebiliriz bu asra. İşte Mustafa İzzet bu zor devrin insanı.
Mustafa İzzet Efendi, çok yönlü kişiliği ile dikkatlerimizi çeker. Büyük bir mûsikîşinâs ve hattat olmasının yanı sıra, mühim mevkilerde milletine hizmet etmiş kıymetli bir devlet adamı olmakla ve tarîkat-ı aliyyeye intisabı ile de temeyyüz etmiş devrinin önde gelen şahsiyetlerindendir.
Babasının ölümü üzerine annesi, onu tahsili için İstanbul’a gönderir. Akrabalarının desteğiyle 7- 8 yaşlarında, Fatih’deki Başkurşunlu Medrese’sinde öğrenimine başlayan Mustafa İzzet, dönemin meşhur mûsikîşinası Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi’den mûsikî meşk eder ve sesinin güzelliği dinleyenleri mest eder. Hat sanatını icra ederken, ney üflemeye çalışır bir yandan. Hocası Kömürcüzâde, padişahın musâhiplerinden olduğundan, padişahın Cuma günü selamlık merasimi için geldiği Bahçekapı’daki Hidayet Camii’ne 13 yaşındaki talebesi Mustafa İzzet’i de getirir ve ona önceden meşk ettiği bir nât-ı şerifi okutur. Kendisi de bestekâr olan ve mûsikîden çok iyi anlayan sanatkâr ruhlu Sultan Mahmud Han, bu çocuğun “müessir, dâvûdî bir ses ve güzel bir eda ile okuduğu nât-ı şerifi” ziyadesiyle beğenerek yanına çağırıp taltif eder ve sarayın himayesinde yetiştirilmesini ister.
Talebelerin doğrudan Enderûn’a kabul imkânı olmadığından önce Silahdar Ahmedpaşazâde Ali Paşa’nın dairesinde yetiştirilmesine karar verilir. Bu dairede önemli hocalardan ders alan Mustafa İzzet, 19 yaşında Enderûn- ı Hümâyun’a kabul edilir. Burada devrin en büyük mûsikî üstadlarıyla beraber bulunur ve üst bir makam olan sermüzezzinlik vazifesiyle saraya intikal eder.
Neyzen olarak da pek büyük bir başarıya ulaşmış, hatta virtüöz derecesinde bir neyzen de olmuştur. Hanende ve sazendeliğinin yanısıra büyük bir hattat da olan bu değerli sanatkâr, adaşı Kazasker Mustafa İzzet (Yesarîzâde)’ den talik hattı meşk etmiştir.
Sarayda sanat hayatının en kâmil çağını idrak eden İzzet Efendi, mûsikîye olan vukuf ve yüksek sanat anlayışı sebebiyle bütün sanatkârların hürmet ve takdirini kazanır.
Gittikçe artan şöhretiyle padişah huzurunda yapılan fasıllarda bulunur.
“İlim ve sanatı, kâmil bir insan olma yolunda vasıta kılmış olan İzzet Efendi, etrafının iltifat, itibar ve alkışlarını kendisine sağlanan ikbal ve yüksek mevkileri, tasavvuf terbiyesinden aldığı prensiplerle arka plana atmayı bilmiş bahtiyarlardandır.”
Meşreb itibariyle tekellüften hoşlanmayan ve sarayda giderek bunalan İzzet Efendi, dervîşâne bir ömür sürmeyi arzuladığından asker zabitliği vazifesiyle saraydan ayrılmak ister. Lakin kendisine ait teveccühü bilindiği için kimse bunu padişaha arzetme cesaretini gösteremez. Bunun üzerine Mustafa İzzet bizzat huzura çıkıp, padişahtan hacca gitmek için müsaade ister. Padişahın verdiği 100 kuruş maaşla,1829 yılı sonlarında hac yolculuğuna çıkar. Haccı eda ettikten sonra Nakşibendi Şeyhi Mehmed Can Efendi’den feyz almak için bir müddet de Mekke’de kalır ve oradan da 7 ay boyunca kalacağı Mısır’a geçer. Maksadı arayı açıp padişaha kendini unutturmaktır.
Burada dikkatinizi, bütün payeyi elinin tersiyle itip, derûnuna çekilmek isteyen gence çekmek isterim. Doğrusu tahayyülümüzü biraz zorluyor değil mi?
İstanbul’a dönünce Mahmut Paşa yakınlarında bir ev satın alarak saraydan uzak özlemini çektiği hayatı sürmeye niyet eder. Fakat kaderin cilvesine bakın ki, Ramazan ayında bir ikindi vakti, Bayezid Camii’nde, sesinin güzelliğini bilenler namaz için kamet getirmesini rica ederler. Mustafa İzzet Efendi ise, padişahın genellikle bu camiye geldiğini, sesini duymasının kendisi için hiç iyi olmayacağını söylemesine rağmen ısrarlara dayanamayıp teklifi kabul eder. Tam kamet getirmeye başladığı esnada Sultan II. Mahmud Han içeri girmesin mi? Tabii sesi tanıyan Sultan, namazdan sonra kamet getirenin kim olduğunu sorar ve mesele aşikâr olur.
Yetişmesi için büyük emekler verilen Mustafa İzzet Efendi’nin hizmeti terk edip dervişâne yaşamayı tercih etmesine çok hiddetlenmiştir padişah. Doğrusu hakkı da vardır buna; padişah böyle bir istidatın körelmesinden korkmaktadır zira. “Bir daha gözüme görünmesin “ diye irade buyurur sultan. Talebesine durumu izah eden Kömürcüzade Hafız Efendi, bir müddet sonra tekrar padişahın huzuruna çıkar ve Mustafa İzzet’in de nadim olduğunu ve çok üzüldüğünü anlatır. Onun ne derece kudretli bir sanatkâr olduğunu bilen pafişah, “Benim ona dargınlığım yoktur, hüner ve kadrini zayi etmek sevdasındadır, ona canım sıkıldı” diyerek insafa gelir ve huzurda yapılacak ilk fasla iştirakini emir buyurur.
Ne dersiniz, bu mahut dizeler tam bu sırada dilden dökülmüş olabilir mi?
Bir sebeple sen gücenmişsin bana
Söyle Sultanım ne ettim ben sana?
İnfealin saklama ey bîvefa
Söyle Sultanım ne ettim ben sana?
Bu hadiseden sonra Mustafa İzzet, sultanın vefatına kadar yedi yıl sürecek, saraydaki huzur fasıllarına ney üfleyerek dahil olmuştur.
Sultan Mahmud’tan sonra Abdülmecid Han padişah olunca, devrin mühim vazifelerinden, Eyüp Sultan Camii hatipliğine tayin olur. Fakat görevi dolayısıyla Cuma hutbesi hazırlığı için, Cuma günlerinde hat meşk edemez ve “Ben Cumartesi yazdığım yazıları aradan kırk yıl geçse ensesinden tanırım” diyerek hat yazımı için bir gün bile ara vermenin sakıncalı olduğuna vurgu yapar.
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ EKİM 2022 SAYISINDA