Sömürgeci Amerika’nın “Muz Savaşları”
ABD’nin Karayipler ve Orta Amerika’ya askeri ve siyasi müdahalesi 1898-1934.
19. yüzyıla gelindiğinde Portekiz ve İspanya deniz aşırı sömürgelerinin birçoğunu kaybetmişti. Güney Amerika ve Orta Amerika’da birçok ülke bağımsızlığını kazanmıştı. Daha 1823’te alınan “Monroe Doktri-ni” kararları ile ABD, Orta-Amerika’da Avrupa’nın etkisini engellemek için adımlar atıyordu. Karayipler’e ve Orta-Amerika’da ki kaostan istifade eden ABD şirketleri ve vatandaşları yoğun şekilde arazi satın alıyordu. Monroe Doktrini’nin askeri ayağının en keskin örneği 1898’de gerçekleşen Amerika-İspanya savaşıdır.
Amerika 1898’de İspanya’yı hem karada hem denizde ezici bir şekilde mağlup etmişti. 1898’da Paris Ant-laşması ile Amerika İspanya’dan Küba, Guam, Porto Riko ve Filipinler’i teslim almıştı. Böylece ABD dünya-nın farklı bölgelerine yerleşti.
Bu savaştan sonra başlayan Orta Amerika ve Karayipler’e, askeri/siyasi işgaller ve müdahalelere “Banana Wars” (Muz Savaşları) ismi verildi. Bu ismi ilk kez 1983’de araştırmacı yazar Lester D. Langley verdi. Kendi-si Latin Amerika tarihi ve Amerikan askeri müdahale uzmanıdır. ABD’nin bu müdahalelerde sadece siyasi ve askeri değil, ticari amaçta güdüyor olmasından dolayı bu ismi verdiği söylenir. Muz Savaşları 1898 İspanya Savaşı sonrasında başlayıp, 1934’de Amerika’nın “Iyi komşu politikası” ile son buldu. Muz Savaşları sırasında ABD ordusu bir çok ülkede rejim değiştirmiş ve ABD ticaretini canlı tutmak için binlerce insanı katletmişti.
ABD elde ettiği bütün bölgelerde aynı sömürü yöntemini tatbik etmiyordu. Filipinler ve Puerto Riko’da doğrudan ilhak etme yolunu seçti. Fakat Küba misalinde olduğu gibi, kendine bağlı bir bağımsız müstemleke devlet olmasına izin verdi. ABD’nin Karayipler ve Latin-Amerika’ya ilgi duyması birazda Alman ve Avrupa tehlikesinden kaynaklanıyordu. Almanların ve diğer Avrupa devletlerinin bölgeye ilgi duyması bilinen bir gerçekti. Alman Kaizeri ll. Wilhelm bunu sıkça dile getirdiği söylenir.
Olası bir hayali Alman yayılması 1902’de gerçeğe dönüşmüştü. Venezuela Başkanı Cipriano Castro, Al-manya tarafından uluslararası anlaşmalara uymamakla suçlanıyordu. Bu sebeple Venezuela’ya deniz ablukası uygulamıştı. Almanya’nın Venezuela üzerinde ki etkisini kırmak için, ABD Venezuela’ya masa altından des-tekliyordu.
ABD’nin bölgeye ilgi duymasının bir diğer sebebi elbette Panama’da oluşturulacak deniz ticaret yoluydu. Buradan elde edilecek ticari kazanç bir hayli yüksekti.
KÜBA ÇIKARMASI
Gaddar İspanyol profili o kadar işlemişti ki, ABD askerleri Küba’ya ayak bastıklarında “korkunç kara göz-lü” İspanyol askerlerini bekliyordu. Fakat İspanya fazla direnmeden teslim olmuştu. Salgın hastalıklar, İspan-yol askerlerinden daha fazla zarar vermişti Amerikan askerlerine. Böylelikle İspanya, Küba’yı ABD’ye teslim etmişti. İspanya zaten adada ki gerilla savaşlarından uzun zamandır sıkıntı çekiyordu. Ada halkı Amerikalıları kurtarıcı olarak görüyordu. Fakat bu düşüncede ne kadar yanıldıklarını çok geçmeden anlayacaklardı. Ameri-kan ordusu İspanyolların teslim olması ile kurtarıcı ordusundan işgal ordusuna dönüştü. Ada 7 bölgeye ayrıldı ve başında vali olarak general atandı. Sivil idare böylece askeri idareye dönüştü.
Ancak 1901’de “Platt Amendment” yasası ile Küba’ya belirli seviyede bağımsızlık verildi. Anlaşma gereği ABD Küba’da uzun vadeli deniz üssü ‘kiralama’ hakkına sahipti. (Bu üs daha sonra insan haklarının ihlal edildiği, masum Müslümanların terör suçlusu olarak tutulup ve türlü türlü işkencelere maruz kaldıkları Guan-tanamo üssüdür). Küba’nın dış işlerinde ABD aleyhine herhangi bir anlaşma imzalaması yasaktı. Ayrıca ge-rekli görüldüğü takdirde ABD, kendi çıkar ve vatandaşlarını korumak için Küba’ya müdahale hakkına sahipti. Küba delegeleri bu anlaşmayı protesto etselerde ABD herhangi bir değişikliğe gitmeyi reddetti. “Monroe Doktrini” gereğince kendilerini haklı görüyorlardı. Küba yönetimi anlaşmaya uyana kadar Amerikan askerle-ri adada kalmaya devam edecekti. Küba yönetimi anlaşmaya uymaktan başka çaresi yoktu. Anlaşmadan sonra zaten 1902 ortalarında Amerikan askerleri Küba’dan ayrılmaya başlamıştı. Fakat 1906’da adaya tekrar döndü-ler.
Küba’da seçimler olmuş, liberaller ve ılımlılar kıyasıya mücadele ediyordu. Mevcut cumhurbaşkanı Estrada seçimleri şaibeli bir şekilde kazanmıştı. Küba halkının çoğu bu sonuçları kabul etmiyor ve bir çok bölgede ayaklanmalar başlamıştı. Her iki taraftan gelen baskılara dayanamayan Estrada hükümeti, 25 Eylül 1906’de istifa etmiş ve ülkeden ayrılmaya başlamıştı. Hemen yakınlarda müdahale için bekleyen Amerikan harp gemi-lerinden 2000 asker karaya çıkmış, stratejik bölge ve binaları koruma altına almıştı. Yönetimsiz kalan Küba tekrar işgal edilmişti ve ABD geçici hükümet kurmuştu. Sivil hükümet olarak adlandırılan bu geçici hükümet-te 60 Amerikan askeri görevlisi yer alıyordu. Bu süreç 1909’a kadar devam etti. Daha sonra seçimler oldu ve Kübalılardan oluşan sivil hükümet kuruldu. Amerikalılar Küba’dan tekrar ayrılıyordu. Fakat Küba’da gözlemci asker olarak bulunan Robert Lee Bullard bu gidişin geri dönüşü olacağını şu sözler ile ifade etmişti: “ABD geri dönmek zorunda kalacak. Tek soru, ne zaman?”.
Kübalı siyahiler hem İspanya’ya karşı, hem iç savaşlarda büyük yararlılık göstermişti. Yeni oluşan yönetim ve toplumdan ise artık dışlanmaya başlamışlardı. Haklarını aramak için “Bağımsız Renk Partisi’ni” kurdular fakat sonunda çözümü askeri yoldan halletme yoluna girdiler. Siyahilerin ayaklanması Küba ordusu tarafın-dan çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Şiddetin artmasını önlemek için Bullard’in daha önce ifade ettiği gibi, ABD askerleri Küba’ya tekrar ayak basmıştı. Geri çekilmeleri ancak 1930 yıllarında olacaktı.
PANAMA’NIN BAĞIMSIZLIĞI VE PANAMA KANALI
19. yüzyılda Panama direnişçileri onlarca senedir Kolombiya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veriyordu. Amerika 1903 senesine kadar Kolombiya’ya destek verdi. Fakat 1903’te Panama ileri gelenleri ile anlaşan ABD bu sefer Panama’nın bağımsızlığını desteklemeye başladı. Artık ABD Kolombiya’ya karşı cephe almıştı ve Panama isyancılarına destek veriyordu. Böylelikle son derece stratejik konuma sahip olan Panama’yı etkisi altına alabilecekti.
ABD başkanı Theodore Roosevelt’in Kolombiya’ya rağmen, ne pahasına olursa olsun Panama Kanalı’nı hayata geçirmek istediğini şu sözlerle ifade etmişti: “Bogota’da ki çakalların medeniyetimizin gelecekte ki ticari anayolunu engellemesine izin vermeyeceğim”.
18 Kasım’da ABD, Panama ile anlaşmaya varmış ve “Hay–Bunau-Varilla” anlaşmasını imzalamıştı. Bu an-laşma ile yüklü yardım ve para karşılığında, Panama Devleti ABD’ye bağlı bir devlet haline getiriliyordu. Ayrı-ca en mühim maddesi Panama Kanalı’nın inşa edileceği mevki ve yapımın kendisini içeriyordu. Gazeteci Peter Chapman Panama olayını şu çarpıcı sözler ile açıklamıştı: “Panama, bağımsızlığını ilan eden ve aynı zamanda teslim eden tarihte nadir rastlanan bir olaya imza atmıştır”.
1914’de inşası biten Panama Kanalı ile Amerika Birleşik Devletleri stratejik bir hamleyi tamamlamıştı. Bunun yanı sıra bölgedeki ticareti ele geçirmişti.
1910-1912 NİKARAGUA SAVAŞI
Orta Amerika Kosta Rika, Guatemala, Honduras, Nikaragua ve El Salvador gibi ülkelerden oluşuyordu. Orta-Amerika’da 1900’lu yılların başlarında tam bir kaos hâkimdi. Komşu ülkeler birbirleri ile savaşıyor, aynı zamanda sınır ötesi devrimci hareketleri bölgeyi kasıp kavuruyordu. Bütün bu topraklarda ABD meyve şirket-leri (American Fruit Company) faaliyet gösteriyordu. Denizlerde devriye gezen ABD savaş gemileri ise mü-dahale fırsatı kolluyordu. Bu fırsat Nikaragua Cumhurbaşkanı Jose Santos Zelaya’nın zayıf komşusu Hondu-ras’ı işgal teşebbüsü ile ortaya çıktı. Zelaya, Orta Amerika Birliği’ni kurmak için uğraşıyordu. Honduras’ı korumak için ABD askerleri karaya çıktı, bu alanlar ABD şirketlerinin önemli muz ticaret merkezleriydi. Jose Estrada önderliğinde devam eden devrimci harekât Cumhurbaşkanı Zelaya’nın ülkeden kaçıp İspanya’ya sığınması ile son buldu. Yerine geçen Jose Madriz ise fazla süre görevde kalamadan kaçmak zorunda kaldı. Bu sefer devrimin lideri Estrada Cumhurbaşkanı oldu.
Fakat ABD Nikaragua’yı kendine tâbi devlet haline getirmek istiyordu. Bunun için bürokrasiyi eski re-jimden kalan kişilerden arındırmak gerekiyordu.
“Dolar politikası” ile ABD, Nikaragua’yı yüklü borç batağına sokmuştu. Bunun karşılığında ABD şirketle-ri demiryolları ve bir çok işletme hakkı elde etmişti. Bu sefer Estrada’nın ülkeyi peşkeş çektiğini düşünen generaller ayaklandılar. General Mena önderliğinde başlayan bu ayaklanma hızla yayıldı. ABD çıkarları tehdit altına girmeye başlamıştı. Amerikalı şirketin elinde bulunan Corinto-Granada demiryolu hattı kesilme riski altına girmişti. ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı F.M. Wilson müdahaleye yeşil ışığı şu sözlerle yakmıştı: “Bu ayaklanmayı ortadan kaldırmamız lazım”. 1100 asker duruma hakim olmak için görevlendirildi. Çıkan çatış-malarda 37 ABD askeri ölmüş. 1000’in üzerinde Nikaragualı sivil, asker ve devrimci ölmüştü. ABD bu harekât ile ülkeye hakim olmuş, ticari ve diplomatik çıkarlarını emniyet altına almıştı. ABD ancak 1934’de Nikara-gua’dan ayrılacaktı.
HAİTİ ENGELİ
ABD, Küba ve Porto Riko’ya sahipti. Panama ise daha güneyde bulunuyordu. Fakat bütün bu toprakların güvenliğini tehdit eden, tam ortada Haiti vardı.
ABD, Haiti Cumhuriyeti’ni Alman etkisinde kalmakla suçluyordu. Haiti en erken bağımsız olan Karayip ülkesi olmasına rağmen 1911’den itibaren kaos içinde bir ülkeydi. Tam 7 Başkan darbe ile devrilmiş veya öldürülmüştü. 1915’te mevcut başkan Vilbrun Guillaume Sam 167 rejim karşıtı üyeleri idam ettirmişti. Bu idamlar Dr. Rosalvo Bobo önderliğinde bir seri ayaklanma harekâtı başlattı. Temmuz ayında ki kargaşada Başkan Sam saklandığı Fransız Konsolosluğu’ndan çıkarılarak halk tarafından linç edildi.
Bölgede devriye gezen ABD Koramiral William Caperton Washington’dan emir beklemeksizin derhal adaya asker çıkardı. Başkent Port-au-Prince’i ele geçirdi. ABD ne kadarda müdahalesini haklı göstermeye çalışsa da bu eylemin açık bir hukuk ihlali olduğu aşikardı. Koramiral ilerleyen süreçte Phillipe Sudre Dartigu-enave’yi başkanlık koltuğuna oturttu ve bir dizi anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar ile Haiti siyasi ve eko-nomik olarak ABD’ye bağlandı. Ayrıca 10 ile 20 sene arası ülkede asker bulundurma hakkını elde etmişti. Böylece Haiti tamamen ABD’ye bağlı bir sömürge haline gelmişti. ABD Haiti’den 1934’te çekilecekti.
DOMİNİK CUMHURİYETİ
Haiti engeli bertaraf edilmişti. Artık sıra Dominik Cumhuriyeti’ne gelmişti. Buraya ABD’nin müdahale planları hazırdı. Zaten 20. yüzyılın başlarından itibaren yoğun ABD etkisi vardı. Meyve tarlaları ve doğal kaynaklar ABD şirketleri tarafından ele geçirilmişti. Dominik Cumhuriyeti aynı şekilde bir kaosa sürüklen-mek üzereydi. Mevcut başkan Juan Jimenez’e Savunma Bakanı Arias tarafından darbe girişimi oldu. Jimenez ABD’ye kaçtı ve istemeyerek de olsa ABD müdahalesine boyun eğmek zorunda kaldı.
ABD ordusu iki bölgeden çıkarma yapmıştı ve Santiago şehrinde bulunan General Arias üzerine yürüme-ye başlamıştı. Ağır silahlarla saldıran ABD ordusuna karşı koyacak bir güç yoktu. Darbe girişimi sona ermiş ve ABD ülkeye tamamen hakim olmuştu. Kasım 1916’da ABD Henry Knapp liderliğinde askeri hükümet kurulmuştu. Bu hamle ile iki komşu ülke Haiti ve Dominik Cumhuriyeti ABD hegemonyası altına girmişti. Oldukça kazançlı muz ticareti de böylelikle emniyet altına alındı.
MEKSİKA’DA REJİM DEĞİŞİKLİĞİ!
ABD’nin güney komşusu Meksika İspanya’dan bağımsız olduğundan beri iç sorunlar ile uğraşıyordu. Farklı kesimlerin devrim hareketleri ülkeyi kaosa sürükleyip duruyordu. Bu fırsattan istifade eden ABD 1846-1848 arasında Meksika ile savaşa girmişti. Bu savaştan zaferle ayrılan ABD Teksas’ı ilhak etmişti. 1910 sene-sine gelindiğinde yeraltı kaynaklarının yüzde 75’I, petrol yataklarının ise yüzde 50’si ABD’ye aitti.
1914’te Meksika tekrar kaosa sürüklenmiş, birden fazla ayaklanma devam ediyordu. Güney’de Emiliano Zapata, kuzey’de ise Pancho Villa isyan halindeydi. İç savaşın galibi General Victoriano Huerta gibi gözükse de aslında ülkenin tamamına hâkim değildi. ABD Başkanı Woodrow Wilson “katil” dediği bu generalin hü-kümetini zaten tanımayı reddediyordu. Hatta öyle öfkeliydi ki İngiliz elçiye “Güney Amerika cumhuriyetleri-ne doğru düzgün adam seçme dersi vereceğim!” dediği söylenir. Üstelik bir de ortaya Veracruz şehri odaklı bir bayrak krizi çıkmıştı. Amerika, Meksika’dan ABD harp gemilerine saygı icabı top atışı ile selamlama icra etmesini istiyordu. Meksika ise cevaben bunu yapabileceklerini, fakat ABD’nin de aynı şekilde selamlama yapmasını istiyordu. Başkan Wilson ise buna şiddetle karşı çıktı. Çünkü bu tavrın mevcut Meksika hüküme-tinin tanınması anlamını geliyordu. Karşılıklı atışmalar devam ederken ABD sahil şehri olan Veracruz’e asker çıkardı. Meksika iç kargaşa ile uğraştığı için tam manasıyla mukavemet edemedi. ABD denizci birlikleri 3 gün içinde şehri kontrol altına aldı. ABD’nin kayıpları 17 ölü ve 63 yaralı. Meksika kayıpları tam bilinmemek-le birlikte 400 asker ve sivil olarak tahmin edilmekte. Bu olay tipik bir Amerikan “gunboat diplomacy” (savaş gemisi diplomasisi) örneğidir. Bu işgalden sonra Meksika’nın bir çok şehrinde gösteriler başladı. Bu gösteri-lerde Avrupalı siviller ve iş yerlerine saldırılar oldu. Gelen yoğun uluslararası baskılar yüzünden ABD yaklaşık 6 aylık işgal sonrası Veracruz’den çekilmek zorunda kaldı. Bu süreçte Meksika devlet başkanı Huerta devril-miş ve yerine başka bir devrimci geçmişti. Bunu yanında ayrıca olası bir Meksika-Almanya ittifakı engellen-miş oldu. Almanya, Birinci Cihan Harbi’nde Meksika ile ABD’ye karşı ittifak girişimleri oldu. Almanya, Meksika’yı ABD’ye saldırmak için teşvik ediyordu.
SONUÇ
Amerika’nın “Muz Savaşları” geçmişte kalsa da, İkinci Cihan Harbi sonrasından başlayarak Soğuk Sa-vaş’a kadar ABD, Orta Amerika ülkelerine müdahale etmeye devam etmişti. Sözde demokrasinin hamisi olan ABD, masum kanı döken, uyuşturucu işlerine karışan yerel diktatörlere sesini çıkarmıyordu. Fakat kendi başına buyruk hareket etmeye başladıkları vakit ve ABD çıkarları tehdit edildiğinde müdahale ediyorlardı. Yerel halklarda doğal olarak ABD’nin getirdiği demokrasiye karşı bir antipati oluşmuştu. Yerel hükümetler ABD kuklasından başka bir şey değildi. Ticari ayağında ise American Fruit Company (Amerikan Meyve Şirketi) Orta ve Güney Amerika’da 3 milyon hektarlık bir alana sahipti. Bu rakam Alaska’nın yüz ölçümüne denktir. Yerel halklar köleliğe benzer şekilde ağır şartlarda şirket için çalışıyordu. Tümgeneral Smedley Butler olup bitenleri kendi ağzıyla şöyle itiraf etmişti:
“33 sene asker olarak görev aldım. Bu dönemde kapitalizmin gangsterlik görevini yerine getirdim. Wall Street’in çıkarları için yarım düzine Orta-Amerika Cumhuriyetlerinin haklarına tecavüz ettim”.
Günümüzde bölgede onlarca bağımsız devlet bulunuyor. Fakat her biri ayrı ayrı iç sorunlar ile boğuşuyor. Asayiş sorunları tavan yapmış. Güçlü ve zengin azınlık fakir halkı ezmeye devam ediyor. ABD bölgeden çe-kildi fakat nifak tohumları atıldığı için huzur ve refah hala çok uzak.
“Muz Savaşları”, Amerika’nın kanlı ve karanlık askeri müdahale geçmişinin sadece bir bölümünü oluştu-ruyor. Elbette kendilerine dünyanın jandarması ünvanını verenler, gerekli bahaneleride hazırdı. Nitekim Başkan Roosevelt’e yakın olan bir entelektüel ve yazar olan Herber Croly kitabında Latin Amerika müdahale-lerini şöyle savunmuştu: “Bu düzensiz/kargaşa merkezlerine, zorunlu pasifleştirme hareketleri olmadan ulus-lararası Amerikan sistemini tesis etmek imkansızdır”. Ne gariptir ki günümüzde hala kullanılan”Muz Cum-huriyeti” tabirinin kökeni bu olaylara dayanmaktadır.
Kaynakça:
The Banana Wars – Ivan Musicant.
Latin American Wars 1900–1941: “Banana Wars – Philip Jowett.
The Banana Wars: United States Intervention in the Caribbean, 1898-1934 – Lester D. Langley.
Banana Wars – The Great War Documentary.
Mükremin Ümit Gül – Hollanda
Gerçek Tarih Kasım 2022 sayısında yayınlanmıştır.