tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Sultan 2. Abdülhamid’in İslamcılığı

Sultan 2. Abdülhamid’in İslamcılığı
19.11.2022
A+
A-

(Gerçek Tarih) – Prof. Dr. Kemal H. Karpat “İslâm’ın Siyasallaşması” adlı ve Timaş Yayınları’ndan -6. Baskı 2017- çıkan eserinde Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kimlik, devlet, inanç ve cemaatin yeniden yapılandırılması hakkında yaptığı değerlendirmeler dikkat çekiyor. “Dinsel Uyanış Hareketinin Genel Özellikleri” başlığı altında kaleme aldığı bölümde Sultan 2. Abdülhamid Han’ın saltanatının sonunda kendisini hem Türk hem de Müslüman olarak tanımlar olduğuna vurgu yapan Karpat öncesinde dönemi portresini tasvir eder:
“Dinsel uyanış hareketlerinin yol açtığı aşağıdan gelen devrim dikkate alınmadıkça, Osmanlı tarihinin son yıllarını bihakkın anlamak imkânsızdır. İslâm toplumlarının tarihindeki en önemli olay eski toplumsal düzenin çökmesi ve bunun sonucunda neredeyse bütün geleneksel toplumsal ve siyasal kurumların yeniden yapılanması ve hepsi “çağdaş” ve modern sayılan yeni düşünce tarzlarının doğuşu olmuştur. Bu çok geniş çaplı yapısal dönüşüm, ilk önce, kapitalizmin piyasa güçleri ve genellikle bunun sonucunda meydana gelen Avrupa’nın Müslüman topraklarını işgali olayları ve daha sonra da Osmanlı Devleti’nin ve siyasi bağımsızlıklarını korumuş olan diğer Müslüman hükümetlerin, ayakta kalabilmek için, benimseyip uyguladıkları reformlarla gerçekleşti. Aşağıdan gelen patlama Müslüman kitlelerin tedricen toplumsal durum ve kimliklerinin bilincine varmalarına ve arkasından da bunları siyasallaştırıp yeniden tanımlamalarına yol açtı.”
“Yeni Müslüman orta sınıflarının ortaya çıkışı da, geniş ölçüde, kapitalist piyasa güçleri ile yerli toplumun yapısı, gelenekleri ve değerleri arasındaki karşılıklı etkileşmeye atfedilebilecek bir başka gelişmeydi. Her ne kadar İslâm toplumlarının dönüşümüne neredeyse tek başına “dönüşümden yana elitler” –genellikle Batı fikirlerini benimseyen bürokrat ve entelektüeller– tarafından gerçekleştirilmiş gözüyle bakılırsa da, gerek geleneksel, tutucu kitlelerin, gerekse orta sınıfların çoğunluğu da İslâmî töreleriyle uyum içinde değişikliğin savunucuları hâline geldiler. Böylece, II. Abdülhamid’in saltanatı döneminde ortaya çıkan İslâmcılık yalnızca yeni yükselmeye başlayan elit zümreyi değil, halkın tümünü tatmin edecek şekilde, değişimi İslâmî değerlerle bağdaştırmaya çalıştı. Dinsel uyanış hareketleri nâsı, yani halkı, siyasal arenaya getirmek ve yalnız Avrupa devletlerine değil, aynı zamanda kendi hükümetine, seçkinlerine ve ulemasına da karşı çıkan bir güce dönüştürmek yoluyla Müslüman kitleleri harekete geçirdi ve siyasallaştırdı. Buna karşılık, popülist dinsel uyanış hareketlerinin çoğu işgalci Avrupa devletlerinin, kendi ülkelerindeki dinî ve kültürel kurulu düzenin –genellikle reform taraftarı liderleri de kapsamak üzere– ve halkı inançlarının özünü ve dünyevî özlemlerini dikkate almadan gelişi güzel yönetmiş olan kendi ulemalarının muhalefetiyle karşılaştılar. İslâm’ın halkçı yönünü temsil eden ve tasavvuf tarikatlarını kullanan uyanışçı gruplar kendilerini hâlâ evrensel ümmet’in bir parçası saydıkları hâlde, ince eleyip sık dokumadan, yerel etnik ve kültürel bağlarını sürdürdüler. (Söz gelimi, bugün bile İngiltere’deki Müslüman göçmenler –ki çoğu Pakistan’dan gelmişlerdir– iki kümeye ayrılmışlardır: Çoğu anavatandan bir sufî pîr’in yönetiminde yeni gelmiş olan ve camileri kendi etnik ve yöresel kimliklerini desteklemek için kullanan kalabalık Barelwiler ve gerçek İslâm’ı temsil ettiklerini savunan, Deobandi ulemasının liderliğinde daha küçük bir grup.”
Karpat, Nakşibendi tarikatının faaliyetlerine üstlendiği rolü anlatır:
“Alçak” ve “yüksek” [Avâm-Havass] İslâm arasında üçüncü bir yol veya uzlaşma da devlet-hükümetin resmen İslâmî kimliğini koruduğu ve uyanışçı fikirleri İslâm’ın ana akımına kanalize ettiği Osmanlı Devleti gibi yerlerde ortaya çıktı. Sonuç, bir yandan Müslümanların etnik ve dilsel kimliğini beslerken, bir yandan da onlara evrensel ümmete mensup oldukları yolunda siyasal bir duygu aşılayarak yöresel cemaat kimliğinden ayrı ve onun yerini almış gibi görünen yeni bir İslâmî dinsel kimlik anlayışı yaratmak oldu. Çelişkili gibi gözüken bu iki gelişmenin –yani geleneksel ümmetin etnik-dilsel birimlere ayrışması ve dinsel kimliğin genişlemesi ve siyasallaşması– aynı anda ortaya çıktığını ve aslında birbirini engellemekten çok birbirini tamamladığını, milliyetçilik ve başka meselelerin ele alındığı bölümlerde açıklayacağız. Burada şu kadarını söyleyelim ki, Nakşibendi tarikatı modern hâliyle Osmanlı Devleti’nde, özellikle de Türkçe konuşulan kesimlerinde, büyük bir rol oynadı: Hareketin kendisi daha popülist, “millî” (Türk) ve modern İslâmcı bir veçheye bürünürken, aşağı sınıfların uyanışçı köktendinciliğini kurulu düzenin ortodoksluğu ile kaynaştırdı. Böylece, kurumsallaşmış yerel âdetler ve hayat tarzları görünürlük kazanır ve kabul edilir hâle gelirken, din de adım adım daha küresel, soyut ve birleştirici bir ideolojiye dönüştü. Osmanlı Devleti’nde Sultan Abdülhamid yöresel âdetlere, geleneklere, etnik ve dilsel kimliklere karşı çıkmaksızın hilafeti bütün Müslümanlar için merkezî bir kuruma dönüştürerek bu küreselleşme ve siyasal İslâmlaşma dürtüsüne yeni bir ivme kazandırdı. Saltanatının sonunda, sultan kendisini hem Türk hem de Müslüman olarak tanımlar oldu.”

gercektarih.com.tr

İslâm’ın Siyasallaşması
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.