tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Selimcan Yelseli

Sanat Tarihçi/Yazar

Yeni Çar, yeni Napolyon ve kendini terk eden insan

18.03.2024
A+
A-

Bana nedense çağın ortasında, insanlığa dair yapılan tüm şeyler maharetli ve dikkatli bir “saman altından su yürütme” işi gibi geliyor.  Her şey bir kurgu meselesi… Herkes uyanık ama kimse gözünü açmıyor, herkes biliyor ama kimse söylemiyor. Ama yine de hadiseler, bir romanın sayfaları gibi bir önceki sayfayı bir sonraki sayfada muhakkak bir kenarından tutacak şekilde, birbirine paralel ilerliyor.

Madem öyle, bizim ve dünyanın gidişatını anlatan bir romanı hep beraber düşünelim.

Farz edelim ki bizler yüzlerimizi, göz alıcı ışıklar ve akıl almaz bir tufan gibi her rengin birbirine girdiği o dijital manzaralardan müteşekkil bir deryanın ortasında yüzdürelim. Ufkumuzdan kara dumanlı, kara gövdeli bir gemi alacağını almış çoktan kayboluyor olsun. Aklımız, kalbimiz, idrâkimiz, samimiyetimiz de bu geminin içinde… İstikametinin de meçhul olduğunu ekleyelim bu geminin. Sadece çırpınışımız olacaktır duyulan, görünense çırılçıplak varlığımız.

Bir felaket tasavvuru değildir bu… Bu, bir teşhis hükmünün tufan üzerine serilmiş en soyut çizgileridir. Bu çizgilerde kaderini bekleyen bizlerin, yani romanımızın kahramanlarının da kimler olduğu oldukça mühimdir.

Başını en şiddetli ağrılardan sakınıp, kitaplarının ortasında bitâp düşmemiş okuyucu, sesini ve sözünü yitirmiş şair, kalbini söküp atmış aşık, davasını yitirmiş kahraman, yaralanmış kurnaz, artık ağlayamayan romantik, yolunu kaybetmiş şarlatan şöyle dursun bu romanda; evvela köken olarak kendisiyle göbekten bağlı -slav- Ukrayna’ya ellerini uzatan, ardından da nükleeri dilinden düşürmeyen yeni bir Çar’a ve inadım inat diye diye yerinde duramayan, öfkeyle kızaran başını dimdik tutarak Fransızlara özgü o mağrur tavrıyla ahkam kesen son model bir Napolyon’a bakalım biz.

Ne demiş yeni Napolyon sayın Macron, bir gece yarısı rastlıyor, hayret ediyorum:

Elimizden geldiğince müzakere ettik ama onunla (Putin) konuşacak bir şey yok, Ukrayna kazanmalı. Kırmızı çizgiler olmayacak. Ben Fransa’nın Cumhurbaşkanıyım ve ben karar veririm.

Ardindan ekliyor:

Rusya düşman devlettir…

İşte romanımızın tüm dinamikleri içinde bir önceki sayfada bulunan Ukrayna vakası geliyor, bir sonraki sayfada, yeni Napolyon’un insanı (insanlığı) müteessir kılan bu tiradına dayanıyor. İlk teşhisimi bir çırpıda söylüyorum:

Biri yeni Çar (Putin), biri yeni Napolyon (Macron). İsimler değişiyor bir tek. Ama göstergelerin muteber olduğu bu çağda, göstergelerden ileriye, bizzat vakaya doğru bir adım atılacağını sanmıyorum. En nihayetinde bunların hepsi insanlığın kendisine bir mana, bir amaç addetme arzusu. Geçer, gider.

Geçip gidecek olmasına büsbütün inanmaktan ziyade inanmak istiyorum. Bir romanın her sayfasında ilginç ve inanması güç bir vaka olmaz ya? Ama saman altından su yürütenlere ne demeli? İşte ben onlardan korkuyorum.

Üstelik ufkumuzda bizden alacağını almış olarak uzaklaşan kara gövdeli geminin varlığı da hiç hayra alamet değil. O,  romanımızın içinde gizemini koruya dursun, o gemide bize ait olan şeylerin, bir kere yitirilmiş klduktan sonra telafisi de pek mümkün görünmüyor. Romanımız orada, yitirdiklerimizde mi çözülecek ve nihayete erecek dersiniz? Bence evet.

Gordon Childe’in pek sevdiğim eseri ‘Kendini Yaratan İnsan’da da dediği gibi düşünceden nefret ettiğimiz için, hemen elimizin altındaki açıklamaları kabullenmek ve dört elle sarılmak belası ezelden başımızda. Görünen o ki, bizler bu romanda da elimizin altındaki açıklamaların tesiriyle her şeye peşin bir yargıyla yaklaşmaktan ve içine düştüğümüz bu dijital manzaraların deryasında da bu yargılara tutunmaktan oldukça memnunuz. Ne ufkumuzda kaybolan gemiyi umursayan var, ne de onun içinde yitirdiklerimize yazıklanan!

Romanımızda vakalar mutlak bir silsile halinde birbirini takip edecek anlaşılan. Eğer son sayfada, o geminin içinde bizden uzaklaşan yitirdiklerimizi hatırlayacaksak, bu dijital manzaraların deryasında kaybolmayı çoktan göze almışız demektir.

Sadece biz de değil. En başında da dediğim gibi yeni Çar ve yeni Napolyon da tarihin tekerrüre döndüğü yerde bizimle aynı akıbetin paydaşları.

Göstergelerin hüküm sürdüğü bir zamandayız. Artık ateş yok, ama duman ortada… Artık tarih yok, yalnızca ezberi var. Öyleyse dilden dile gezen sıradan bir ezber, başlı başına bir vaka olarak ne kadar tekerrür edebilir? Edemez belki, ama cebren ettirilebilir. Çünkü bir zamanlar tarihin taşıdığı o eski güçlerin ve kaidelerin yeni dillerde tüm kudretiyle sürmesi için ezberin tekerrür etmesi gerekmektedir. Çünkü aynı şeyleri söylemeyen tarih, aynı şeyleri duymanın kolaycılığı ile körelmiş insanlığın şuurunda böyle yer edinir.

Biraz da Childe’ye öykünerek: Aslında bu romanın, romanımızın konusu, kendisini yine kendi eliyle bu dijital manzaraların deryasında kaderine terk eden insan mı? Hem de tüm değerleri o kara gövdeli geminin içinde usul usul meçhule uzaklaşıyorken…

Şimdiden kapkara kapağı gözümde canlanıyor bu romanın. Büyük puntolarla şöyle yazıyor:

Kendini Terk Eden İnsan

Hiç şaşırmam, insanız, neden olmasın?

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.