Zahîrüddîn Muhammed Bâbür (1489-1530)
Bâbürlü Devleti’nin kurucusu (1526-1530) ve ilk hükümdarı olan Babür Şah, 14 Şubat 1483’te Fergana’da doğdu. Babası Timur’un torunlarından Fergana hâkimi Ömer Şeyh, annesi Cengiz’in torunlarından Yûnus Han’ın kızı Kutluğ Nigâr Hanım’dır.
Baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han’a dayanan bir soyun temsilcisi olan Babür Şah, bu nedenle kendisini her iki güçlü geleneğin de vârisi olarak görür. O, bir anlamda bu iki geleneğin Hindistan’da kendi bayraktarlığı altında yeniden neşvü nemâ bulmasını arzulamaktadır: “Sâhibkıran (Timur) veya Cengiz Han neslinden olanların hepsi bargâhımıza gelsinler; Hak sübhânehû Hindistan memleketlerini bize ihsan buyurmuşlar, gelsinler ki beraberce ve birlikte bu devlet işlerini görelim.” Ancak Bâbür Şah, Moğol geleneğinden ziyade Timurî geleneğe daha yakın durmaktadır. Her ne kadar Timurî gelenek Moğol geleneğinin tamamlayıcısı olarak görülebilirse de Bâbür Şah, Cengiz Han töresine sıkı sıkıya bağlılık iddiasında değildir: “Önceleri bizim baba ve ağalarımız Cengiz töresine çok riayet ederlerdi. Mecliste, divanda, ziyafet ve yemekte, oturmakta ve kalkmakta bu töreye karşı hareket etmezlerdi. Cengiz Han’ın töresi, muhakkak onunla amel edilmesi lâzım gelen katî bir kanun değildir. Fakat bir kimseden iyi bir nizam kalmışsa, onunla amel etmek lâzımdır; eğer babalar kötü bir iş yapmışlarsa, onu iyi bir işle değiştirmek lazımdır.”
Bâbürnâme’nin birkaç yerinde Moğol ulusunun açıkça eleştirildiği görülür. Bâbür Şah Moğol ulusunu kötülük, bozgunculuk ve yağmacılıkla itham eder. Ancak Bâbür Şah’ın bu eleştirileri, Hindistan’a yerleşmesinden önce yaptığını göz ardı etmemek gerekir. Hindistan’da yeni bir devlet kuracak olan Bâbür Şah yalnızca Türklerle değil, Moğollarla da iyi geçinmek durumundaydı. Bâbür Şah, hayatını yeni bir Timurî devlet kurmaya adadığını ifade et-mektedir. Nitekim onun, Timur’un payitahtı olan Semerkand’ı ısrarla ele geçirme teşebbüsü bu gayesinin bir tezahürüdür. Bâbür Şah, “Yüz kırk yıla yakın, Semerkand payitahtı bizim ailede idi” derken Timurî gelenekteki sürekliliğe işaret etmektedir.
Bâbür’ün çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Annesiyle birlikte Endican’da iken babasının ölümü üzerine babasının yerine 12 yaşında Fergana hükümdarı olduğunu, böylece 1494 yılında, sonu Hindistan da bir imparatorluk kurmaya varan macera dolu yaşamına ilk adımını attığını biliyoruz.
Bâbür, Risâle-i Validiyyesi’ne şu sözlerle başlıyor: “899 sene-i hicriyesinin Ramazan ayında avn-i hakla Fergana Hükümdarı olmuştum. Hindistan’da, livâyı İslâmiyet ve tevhid-i rekzeden aba ve ecdadımın tasavvurlarının bir dereceye kadar akim kalmış olduğunu gördüğüm için hem onların teşebbüslerini ikmâle, hem de Müslümanlığı hakkıyla a’lâya çalışmaya cezm ettim.”
Bâbür Şah’ın siyasi mücadeleleri üç ana bölümde ele alınabilir: Fergana hâkimiyeti (1494-1504), Kâbil hâkimiyeti (1504-1526) ve Hindistan hâkimiyeti (1526-1530). Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki o zamana kadar Timur sülalesinden bulunan hükümdarlar “mirza” namıyla anılırken, Babür Şah, bu kaideyi bozarak kendisine “şah” lakabıyla hitap edilmesini istedi.
Bâbür Şah’ın asıl gayesi Endican’da saltanat sürmek değil atalarının vaktiyle sahip bulundukları Semerkant’ı ele geçirmekti. 1497 ve 1501 yıllarında kısa sürelerle iki defa Semerkant’a hâkim oldu. Mâverâünnehir’in kuzeyinde güçlenen Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybânî Han (1500-1510) Bâbür Şah’ın en tehlikeli rakibi idi. İran’da ise Şah İsmail, Safevî Devleti’ni kurmuştu ve sınırlarını Ceyhun ötesine kadar genişletme gayesini güdüyordu. Bâbür Şah, Özbeklerle Ser-i Pül’de giriştiği savaşta mağlûp oldu ve Taşkent’teki dayısının yanına sığındı. Ancak uğradığı başarısızlıklara rağmen sağlam iradesinin yardımı ile tekrar eski gücüne kavuştu. Az sayıdaki Türk ve Moğollarla birlikte Hindukuş dağlarını aşarak Kâbil’e indi, şehri ele geçirip buraya yerleşti (1504). Semerkant’ı da tekrar ele geçirmekten vazgeçmemişti. Safevîlerin yardımıyla Semerkant ile Buhara’yı ele geçirmesi karşılığında Şiîlerin bazı isteklerini kabul etmek zorunda kalarak Sünnî olmasına rağmen hutbede ve paralarda Şah İsmail’in adını zikrettirdiği rivayet edilir. Ancak mevcut durum zamanla değişerek Özbekler tekrar Mâverâünnehir’de güçlendiği ve Bâbürlülere karşı tutumlarını sertleştirdiği; Bâbür Şah’ın da artık Semerkant’ta tutunamayacağını anlamasıyla şansını Afganistan’da merkezi Kâbil olmak üzere yeni bir devlet teşkili için denediği ve bunda da muvaffak olduğunu söylemek mümkündür. Bâbür Şah öncelikle, Maverâünnehir ve Semerkand ve Bedahşan ve Endican vilayet ve eyaletlerini teshir ettikten sonra Kâbil, Kandahar, Lahor, Delhi ve Agra’yı fethetti. Böylece, Afganistan, Belucistan ve Kuzey Hindistan sınırlarına girmiş oldu. Daha sonra atasının mirasçısı olarak bu topraklarda hak iddia ederek 1519-1526 yılları arasında Hindistan’a beş büyük sefer düzenledi. Bâbür Şah, hatıratında Hindistan fethinin gecikmesine kardeşleri arasındaki anlaşmazlıklar ve emirlerin gevşekliğinin sebep olduğunu yazmaktadır. Bu sırada doğan bir şehzadeye Hindâl adının verilmesi de Bâbür Şah’ın Hindistan fethini ne kadar arzuladığını göstermektedir. Hindistan’a düzenlediği seferler sonunda bütün Kuzey Hindistan’ı kontrol altına alıp 1526’da Delhi Sultanlığı’na son vererek günümüzdeki Afganistan, Pakistan ve Hindistan toprakları üzerinde Babür İmparatorluğu’nu kurmuş ve Hindistan’da Türkler için son defa bir hâkimiyet alanı teşekkül etmiştir. Bu sırada Kuzey Hindistan Lûdîler tarafından idare edilmekteydi. Babür Şah hatırlayacağımız üzere Hindistan’a beş sefer yapmıştı. Altıncı seferinde Hindistan’ın en güçlü lideri Delhi Sultanı İbrahim Ludi ile Nisan 1526’da Panipat Savaşı’nda karşı karşıya geldi. Sultan İbrahim Ludi’nin 100 bin asker ve bin filden müteşekkil büyük ordusunu 13.500 askeriyle yedi saat içerisinde büyük bir mağlubiyete uğrattı. Zaferin hemen ardından Delhi ve Agra’yı alıp Agra’yı başkent yaptı. Onun ölümüyle Lûdîlerin hâkimiyeti sona erdi. Bu savaş onun en büyük zaferidir. Savaşın kazanılmasındaki en büyük etken, Babür’ün “asrımızın biriciği” şeklinde andığı Osmanlı subayı Mustafa Rumi’nin başında bulunduğu topçu taburuydu. O dönemde o bölgede Babür’ün ordusu dışında hiçbir ülkenin ordusunda top kullanılmıyordu. Bâbür Şah bu seferden sonra Delhi ve Agra’yı da süratle ele geçirdi. Artık, Bâbürlüler Devleti (Hint-Türk İmparatorluğu 1526-1858) kurulmuştu. Zaferden sonra Babür Şah, Agra sarayına girerek kendisini Hindistan Sultanı ilan etti. Babür’ün Panipat Savaşı’nda kazandığı zafer ve Delhi Sultanlığına son vermesi Hinduları korkutmuştu. Çitor Racası Rânâ Sangâ’nın 200 bin piyade, 1000 süvari ve 1000 savaş filinden oluşan Hindu ordusuyla Babür’ün ordusu 15 Şubat 1527’de Kanya Savaşı’nda karşı karşıya geldiler. Savaş birkaç saat içinde Babür’ün zaferiyle sonuçlandı. Babür on mislinden fazla karşı kuvveti üstün ateşli silahlar ve taktik gücüyle yenilgiye uğratmıştı. Babür Şah, Hindistan’ın son büyük hükümdarı olarak kabul edilen Çitor Racası Rana Saga’yı yendikten sonra Gazi unvanını almıştır. Bu zafer Babür’ün Müslüman olmayan bir hükümdara karşı kazandığı ilk zaferdi ve ona İslam dünyasında büyük ün kazandırdı.
Bâbür Şah bu tarihten itibaren ülkenin birçok bölgesini de ele geçirerek kısa saltanatı sürecinde devletin adını tarihe yazmayı başardı. Böylesine dolu geçen siyasi hayatına rağmen Bâbür Şah, aynı zamanda çağının dikkate değer bir bilim ve sanat adamıdır. Kurduğu devlet ve tarihte oynadığı önemli rol bakımından Türk tarihinin önde gelen simalarından biridir. Birçok yazar, o devirde pek az hükümdarda görülen meziyetleri şahsında toplamış olan Bâbür Şah’a hayrandır ve başka hiçbir kahramanın kendisini onun Bâbürmâme’sindeki kadar güzel tasvir edemediği kanaatindedirler. Birçok araştırmada karşılaştığımız bilgilerden hareketle, Bâbür Şah’ın kılıç kullanmakta, ok atmakta, ata binmekte yetenekli olduğu kadar insan ruhunu tanımakta, fertleri ve toplumları idare etmekte de o derece başarılı olduğunu söylemek gerekir. İleri görüşlü bir devlet adamı ve cesur bir komutan olarak bilinen Babür Şah, aynı zamanda merhametli ve şefkatli bir devlet adamıdır. Spor ve ava olan merakını bilmeyen yoktur. Ayrıca fikrî ve edebî meselelerle uğraşmaktan zevk aldığını da eserlerinden anlamak mümkün. Babür Şah, kendi el yazısıyla birçok eser meydana getirmiştir ki, bugün bu eserler Londra ve Hindistan kütüphanelerinde bulunmaktadır. Değişik alanlarda kaleme aldığı dikkate değer eserlerine başlık koymamıştır; ancak, eserlerinde hatıratı için “Vakâyi”, fıkha dair eseri için “Mübeyyen” tasavvufa dair eseri için “Vâlidiyye Risalesi”, “Divan” isimlerini zikreder. Eserlerinin bugün bilinen isimleri sonradan verilmiştir. Bazı besteler de yaptığı bilinen Bâbür Şah, güzel sanatların hemen hepsiyle yakından ilgilenmiştir. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Bâbür Şah, “hatt-ı Bâbürî” adıyla yeni bir hat icat etmiş; şiir ve edebiyata dair Çağatay şiir ve nesrinin en güzel ve orijinal örneklerini vermiştir.
Öte yandan Babür Şah Batı’da çok az tanınmaktadır. Türk tarihçiliğinde de hak ettiği yeri bulamayan Babür Şah’ı tanıtmak çok da kolay bir iş değil aslında. Dönemle yakından ilgilenen Jean Paul Roux Babür Şah’ı neden yazdığını şöyle anlatıyor: “Babür Şah doğrudan Batı tarihine müdahale etmemiş, sesi ya da öfkesi Avrupalıların atalarının yüreklerine uzaktan bile korku salamamıştır. Bizden o kadar uzak bir dünyaya aittir ki, bu kişiliği nasıl ele almamız gerektiğini bile bilmiyoruz. Oysa beni tarihte daha derinden etkileyen başka biri daha olmamıştır. Bir yazarın kendisini güçlü biçimde etkilemeyen birine yıllarını adayabileceğimi sanmıyorum, elbette bu etkilenme nefret duygusuyla da esinlenebilir! Tarafgirlik tarihçiye göre değildir; burada, araştırmacı ruhuna sadık ve nesnel kalmak kaygısı taşıyan kişileri kastediyorum: Ancak tarafsızlık sonuçta kayıtsızlıktır ve kayıtsızlık bir ruhu gün ışığına çıkaramaz, bir ruhu anlayıp eylemlerini yorumlayamaz. Tutku gereklidir. Az da olsa aşk olmalıdır… Sonra onunla karşılaştım. Kâbil’de bir sonbahar günüydü. Tozlu tepeleri, bakımsız bahçelerin artarda dizildiği taraçaları aşarak mezarına ulaştım. Burada uzun bir süre hareketsiz kalakaldım, kendimi kandırarak bunun yorgunluktan olduğunu düşündüm, ama aslında ne olduğunu bilmiyorum, belki de etrafımdaki çarşaflı kadınlar ya da suratı kırış kırış olmuş ve gülümseyerek bakan şu sevimli ihtiyar yüzünden, kim bilir? Belki de Babür’ün yeniden dirilişi ve ebedi yaşamı beklerken altında uyuduğu şu mezar taşı yüzünden. O günden sonra Babür’ü bir daha asla terk edemedim. Onu okudum. Şiirlerinden birkaçını ezberlemeye çalıştım. Adımlarını izlemeye ve yaşamı boyunca yürüdüğü yolları yeniden kat etme ye çalıştım. Düşüncelerinin hâlâ hayatta olduğu Semerkand’a, itibarına karşı koyamadığı Herat’a, fethetmek için onca çaba gösterdiği Kandahara, rüyasının vücut bulması için boş yere beklediği Kunduz’a, Buhara’ya, Gazne’ye, Taşkend’e ve yeniden Semerkand’a ve doğduğu küçük şehir Endican’ı da barındıran, bir türlü ele geçiremediği için onu öfke ve üzüntüye boğan Fergana ya gittim. Sevâd ve Kühet’i aşarak Hayber Geçidinden defalarca geçtim, Hindistan’a ilk saldırısını başlattığı bu tuhaf kasabayı ziyaret ettim. Sonra Dehli’ye [Delhi], Agra’ya ve Lâhûr’a geri döndüm. Gazne’nin güneyinde bulunan ve Babur’u çok etkileyen büyük gölü ziyaret ettim. Meydan vadisine tırmandım. İstalif pazarında dolaştıktan sonra, yaşlılıklarından neredeyse ölü olduğu düşünülen ve Babür tarafından dikildiği söylenen ağaçların bulunduğu bahçelerde dinlendim. Tarihe mal olmuş tüm büyük insanlar içinde Babur belki de hâlâ -ne kadar daha böyle devam edeceği bilinmez- en canlısıdır…” İşte bu sözler Babür Şah’ı anlatmak için aslında kâfi derecede önem arz ediyor.
Gençliğinden beri çok sık hastalanan, özellikle bataklık hummasından zaman zaman ölümle pençeleşen, bu arada birkaç defa zehirlendiği bilinen Bâbür Şah’ın, Delhi hükümdarı İbrahim Lûdî’nin annesi tarafından çeşnigir Ahmed aracılığıyla verilen zehir yüzünden yatağa düştüğü rivayet edilir. Öte yandan sıtma hastalığına da tutulduğu söyenir. Gün geçtikçe hastalığının giderek ağırlaşması üzerine bütün emirleri huzuruna çağırarak oğlu Hümâyun’u hükümdar ilân etti ve onlardan bağlılık yemini aldı. Üç gün sonra da 26 Aralık 1530’da Agra’da vefat etti. Naaşı Cemne nehri kenarındaki Nûr-Efşân bahçesinde toprağa verildi. Vasiyeti gereğince de altı ay sonra Kâbil’e taşınarak Bâğ-ı Bâbür Şah da yakınlarının yanına gömüldü. Şah Cihan 1646’da Bâbür Şah için muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bâbür Şah’ın on sekiz çocuğu olmuştu. Öldüğünde dört oğlu ile üç kızı hayatta idi. Bunlar Hümâyun, Kâmrân, Askerî, Hindâl, Gülreng, Gülçehre ve Gülbeden’dir.
Tarihin en büyük figürlerinden biri olan Babür Şah’ın temellerini attığı imparatorluk, Büyük Hint-Türk İmparatorluğu olarak tanınan Babürlüler Devleti -her ne kadar onun gibi ve onun sayesinde bir Türk, daha doğrusu bir Mâverâünnehir imparatorluğu olsa da- tarihin en önemli siyasi ve kültürel oluşumlarından biri olmakla kalmamış, en uzun süreli olanların arasında da yerini almıştır. Oğulları ve torunları bu imparatorluğu zamanla güçlendirmiş ve tüm Hindistan’a yaymışlardır; adları insanlığın hafızasına kazınmıştır: Hümayun, Ekber, Cihangir, Şah Cihan, Evrengzip, 1766 yılında İngiliz Doğu Hindistan Şirketi bu imparatorluğun fiili gücünü elinden alsa da 1857’deki Sepoy [Sipahi] İsyanına kadar kâğıt üzerinde varlığını sürdürmüştür.
Sanatkâr ve Fikir Adamı olarak Bâbür Şah
Daha önce de belirttiğimiz üzere Bâbür Şah’ın, büyük bir devlet adamı, cesur ve başarılı bir komutan, mücadeleci yapısı aynı zamanda müstesna duruşuyla sanat ve kültür yönü de O’nu unutulmaz kılan özelliklerindendir. Şunu diyebiliriz ki O, bir insanda aynı zamanda bir araya gelemeyecek çeşitli kabiliyet ve değerleri ahenkli bir terkip içinde toplayabilmiş eşsiz bir hükümdar olarak yalnız Türk tarihinde değil, Doğu ve Batı âleminin büyük şahsiyetler galerisinde günümüzde hayranlıkla seyredilen bir portre olmuştur. Birçok eserde, Bâbür Şah çocuk yaşta tahta çıkışından, seferden sefere koşup at üstünden inmeyen, güçlü bir devlet kuran kahraman, tabiat âşığı, araştırıcı ve gözlemci bir botanist, görmesini bilen bir seyyah ve gördüklerini en ince ayrıntısına kadar kaleme alan bir yazar, bir etnografyacı, bir bahçe mimarı ve şehirci, ata binme, ok atma ve kılıç kullanma sanatının efendisi, yüzücülük dahil komple sporcu, hattat, musikişinas, fakih, hararetli bir tezyinî sanatlar ve kitap meraklısı, bir edebiyata damgasını basmış şair, hayatı türlü lezzetleriyle bir yaşama sanatı haline getirmiş bir kimse olmanın bütün sıfatlarını beraberinde taşıyan bir Türk soylusu olarak tanımlanır. Bâbür Şah’ın bilgi kaynakları arasında, Zafernâme’nin özel bir öneme sahip olduğu dedesi Timur’un tarihinin Bâbür Şah için bir başucu kitabı olduğu bilinir. Bâbürnâme’den anlaşıldığı kadarıyla Bâbür Şah’ın okuduğu yazar ve şairler arasında Firdevsî, Sâdî, Hâce Ubeydullah Ahrâr, Molla Câmî ve Ali Şir Nevâî de yer alır. Bâbür Şah, Çağatay Türkçesi’nin en önemli temsilcisi olan Ali Şir Nevâî ile mektuplaştıklarını belirtmektedir.
James Dickie’ye göre ise Bâbür Şah, Osmanlı Sultanı II. Mehmed gibi, zirve noktasına erişen dört başı mâmur bir medeniyetin ürünüydü. Bâbür Şah, İslâm medeniyetinde otobiyografi geleneğine öncülük etmiş bir isimdir.
Bâbür Şah, şiirleri ve Bâbürnâme’siyle bugüne gelmiş ve namını bugün de devam ettirmektedir. Bâbür Şah, eserinde olayları anlatırken tarafsız bir anlatım sergilemeye çalışır. Eserinin bazı kısımlarında kendi zaaflarından ve başarısızlıklarından bahsetmekten çekinmez. O, kaybolanları bir tarafa bırakılırsa beş esere imzasını atmış bir edebiyatçı hükümdar olarak tanınır. İçinden birçok şair şahsiyet çıkmış Timurlular ailesindeki şiir geleneği en yüksek temsilcisini onun şahsında bulmuştur. Eğitimini saray çevresinde görmüş olan Bâbür Şah’ın tahta çıkışı gibi şiire başlayışı da erken olmuştur. Önceleri beyitler şeklinde şiirler kaleme alırken daha sonraları gazeller yazmaya başlamıştır. Semerkant’ı aldıktan sonra orada Ali Şir Nevâî ile görüşen Bâbür Şah, ondan kendisine gelen bir mektubun arkasına bir beytini yazarak takdim etmişti. Bâbür Şah hatıratında zaman zaman gazellerine de yer vermiştir. Onun şiirleri siyasi hayatı ile beraber Fergana, Kâbil ve Hindistan olmak üzere üç devre içinde yer alır.
Bâbür Şah’ın şiirlerinin, yazdıkları basit bir heveskârlığın alelâde ifadeleri olmaktan ileri gidememiş bazı şair hükümdarlarınkinden tamamıyla farklı olup edebî ilimleri çok iyi bilen, Türk ve Acem şiirini ne derece yakından tanıyıp incelemiş olduğunu aruz nazariyatı üzerindeki eseriyle de ortaya koymuş, söyleyiş gücü kuvvetli, ileri zevk sahibi usta bir kalemin mahsulü olduğu bilinmektedir. Hâtıralarında görüldüğü üzere herhangi bir konu veya bir durum karşısında anında ondan bir şiir çıkarabilecek derecede ustadır ve şiire meraklıdır. Babür Şah’ın şiirlerinde devlet kurucu ve taht sahibi olarak bulunduğu Afganistan ve Hindistan’da içinde taşıdığı gurbet duygusu ve ayrı düştüğü Fergana’ya olan özlemi dile getirmesinin yanı sıra kendi hayatını, yaşadığı hadiseleri de konu ettiğini görmekteyiz.
Şu bilgiyi de hatırlamamız gerekirse Bâbür Şah’ın bazı şiirlerinde, özellikle rubailerinde Ali Şir Nevâî tesiri hissedilebilir. Çağdaşları Bâbür Şah’ın şairliğinden büyük bir takdirle bahsetmektedirler. “Türkçe ve Farsça şiir söylemekte emsalsizdi; bilhassa Türkçe divanında taze mazmunlar bulup söylemiştir” ifadesinin yanı sıra teyze oğlu olan Haydar Mirza’nın, “Onu Türkçe şiirlerinde ancak Ali Şîr Nevâî geçerdi” şeklindeki değerlendirmesi, devrinde onun ne derece kuvvetli bir şair sayıldığına tercüman olmaktadır. Bilindiği üzere Çağatay Edebiyatı’nın Nevâî’den sonra yetiştirdiği en değerli şairin Bâbür Şah olduğu bugün edebiyat tarihçileri tarafından benimsenmiş bir hükümdür.
Türk ve İran edebiyatlarını çok yakından tanıyan Bâbür Şah’ın gerek Türk gerekse Acem şairleri hakkında çok sağlam ve yerinde görüşlere sahip olduğu Bâbürnâme okuyucularının dikkatinden kaçmayacaktır.
Babür Şah’ı yazdığı bir gazel ve rubai örneğiyle bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Gazel
Cânımdın özge yâr-ı vefâdâr tapmadım
Köŋlümdin özge mahrem-i esrâr tapmadım
Cânım dek özge cân-ı dil-efgâr körmedim
Köŋlüm kibi köŋülni giriftâr tapmadım
Ösrük közigetâ ki köŋül boldı mübtelâ
Hergiz bu tilbeni yana hüşyâr tapmadım
Nâçâr fürḳati bile hûyetmişemn’etey
Çünvaslığa özümni sezâvâr tapmadım
Bâribara yeşikige bu nevbet ey köŋül
Neçe ki barıpeşikigebâr tapmadım
Bâbür özüŋni örgete kör yârsız ki men
İstep cihânnı munça kılıp yâr tapmadım
Rubai
Ey gül ne üçün kaşıŋda men hâr oldum
Yüz mihnet ü endûh bile yâr oldum
Vaslıŋ bile bisyâr sevündüm evvel
Hicrin bile âkıbet giriftâr oldum
***
KAYNAKÇA
Akün Ömer Faruk (1991). “Bâbür”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: TDV Yay.
Akün Ömer Faruk (1991). “Bâbürnâme”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: TDV Yay.
Alparslan, A. (1976). “Babur’un İcad Ettiği ‘Baburî Yazısı’ ve Onunla Yazılmış Olan Kur’an”. TM XVIII.
Arat, R. Rahmeti (1943, 1946). Gazi Zahirüddin Muhammed Babur: Vekayi, Babur’un Hatıratı. C. I-II. Ankara: TTK Yay.
Bayram, Fatih (2004). “Garip Bir Memleket, Garip Bir Sultan: Bâbürnâme’deki Hindistan”, Dîvân İlmî Araştırmalar sy. 17 (2004/2).
Bilkan, Ali Fuat (hzl.) (2001). Bâbür: Risâle-i Vâlidiyye Tercümesi. İstanbul: Kitabevi Yay.
Dickie, James, “The Mughal Garden: Gateway to Paradise”, Muqarnas: An Annual on Isla-mic Art and Architecture, ed. Oleg Grabar, E.J. Brill, Leiden 1985, c. III.
Grenard, F. (1971). Babur. Çev. Orhan Yüksel. İstanbul: MEB Yay.
Haydar, Mirza Nasırüddin (1924). Tercüme-yi Tüzük-i Bâbürî. Delhi.
Konukçu, Enver (1991). “Bâbür”. İslâm Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: TDV Yay.
Köprülü, Fuad (1915). “Bâbür Şah’ın Şiirleri”. Millî Tetebbular Mecmuası I/2-3 (II/5).
Köprülü, F. (1915). “Risale-i Vâlidiyye Tercümesi”. Millî Tetebbular Mecmuası I/1.
Leiden, J.ve W. Erskine (1826). Memoirs of Zehır-ed-din Muhammed Bâbur Emperor of Hindustan. Edinburg.
Oral-Seyhan, Tanju (hzl.) (2004). Zahîrüddin Muhammed Bâbür Mirza: Mübeyyen Der-Fıkh (Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım). İstanbul: Çağrı Yay.
Öktey Kaan [Yusuf Akçura], “Hindistan’da Türklük. Müslüman Türk İmparatorları, Zahîru’d-din Muhammed Bâbür Şah Gazi”, Bilgi, nr. 6, İstanbul 1330/1915.
Öztuna, Yılmaz (1969). Türk Musikisi Ansiklopedisi. İstanbul.
Roux, Jean Paul (2018). Babur, Büyük Moğolların Tarihi, (Çev. Lale A. Özcan) İstanbul: Dergâh Yayınları.
Şahin, H. Hilal (2014). “Babürlülerin Etnik Menşei Hakkında Bir Mülahaza”. Hacettepe Üniversitesi, II. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu), Ankara.
Şahin, H.Hilal (2020). Hindistan’da Türk Rönesansı, Ekber Ah ve Din-î İlahisi. İstanbul: Selenge.
Yarkın, Şefika (hzl.) (1983). Dîvân-ı Zahîrüddîn Muhammed Bâbür, Bâ-Mukaddeme-Mukâbele ve Tashih. Kâbil.
Yücel, Bilâl (1995). Bâbür Dîvânı (Gramer-Metin-Sözlük). Ankara: AKM Yay.