Cevdet Said’in İbn Haldunculuğu
Celaleddin Çelik “Kur’an’da Toplumsal Değişim” kitabında Kur’an’da “ortak kader” (7 Araf 34), “toplumsal akibet” (27 Neml 51; 40 Mü’min 5) gibi vurguların bulunduğunu, bu ayetlerin toplumların değişimine etki eden bazı dinamiklere işaret ettiğini ifade eder. Bu kapsamda fıtratından (yaratılmış insan tabiatından) sapan ve insanlığını yitiren her birey gibi, toplumlar da değişim akıbetine uğrayabilmektedir (Çelik, 1996: 74). Çelik’e göre, tarihsel ve toplumsal değişmeyi yönlendiren ilişkiler bütünü Kur’an’da “Sünnetullah” kelimesi ile kavramlaştırılmıştır. Diğer ifadeyle toplumların gerçekleştirdikleri değişim ve dönüşüm, bir yasadan bağımsız olarak gerçekleşmemekte, bilakis sünnetullah bağlamında Allah’ın evrensel olarak geçerli kıldığı kanunları çerçevesinde oluşmaktadır (Çelik, 1996: 57). Çelik, Kur’an’daki “değişme” kavramının da “tağyir”, “tebdil”, “tahvil”, “inkılâb” kavramlarıyla karşılandığını ifade eder (Çelik, 1996: 58-60).
Çelik’in bu kavramlara verdiği anlam aşağıda özetlenerek aktarılacaktır:
“Tağyir: Sözlükte ‘değiştirmek’ anlamını haizdir. Tağyir kavramında ‘bir şeyin kendinde değişiklik yapmak’ veya ‘bir şeyin gerçek formunu aslından başka yapmak, değiştirmek’ anlamları vardır. Daha çok toplumsal değişmeyi sağlayan iç dinamikleri, sosyo-psikolojik etkenleri açıklayıcı bir kavram olarak kullanılmaktadır. Ra’d 13/11 ayetinde ‘mâ bi qavm’ ifadesi, değişebilirlik özelliğine sahip toplumsal yapı anlamına gelmektedir. Buna göre toplumsal yapıda meydana gelen değişim, o toplumda yaşayan bireylerde de bir değişiklik meydana getirmektedir. Ve yine tersine bir süreç olarak insanlarda meydana gelen değişmelerin de toplumsal yapıda bir değişikliğe yol açtığından aynı şekilde söz etmek mümkündür. Tebdil: ‘Mutlak değişim’ için kullanılan ‘tebdil’in sözlük anlamı, bir şeyin başka bir şeyi başkalaştırması, başka kılması anlamına gelmektedir. Yani, ‘bir şeyi kaldırıp, yerine başka bir şeyi koymak veya bir şeyin kendinde değişiklik yapmak’ şeklinde de tarif edilebilir. Bakara (2/59, 181) ve Araf (7/95) ayetlerinde ‘dinin veya Allah’ın hükümleri’nin bir başka din veya hükümlerle değiştirilmesi anlamları vardır. Bakara (2/181) ayetinde bizzat o din ve hükümlerde değişiklik yapmak da kastedilmektedir. Buna göre tebdil kavramını negatif değişmeleri ifade eden bir kavram olarak değerlendirmek mümkündür. Tahvil: Bu kelimenin kök anlamı, bir şeyin, kendi dışındakinden değişip ayrılmasını ifade eder. Bu bağlamda ‘tahvil’in değiştirmek anlamı ya bizzat (pratik) ya da hükmen (teorik) olur. Tahvil de tebdil gibi değişim olgusunu negatif anlamda taşıyan bir Kur’an kavramıdır. Kur’an’da sadece bir yerde (35 Fâtır 43) tebdil ve tahvil kavramları aynı ayet içerisinde bir arada kullanılmış olup, bu kavramlar dikey ve yatay düzlemdeki (zamana ve mekâna bağlı) değişmeler anlamlarına gelmektedir. İnkılâb: ‘Dönmek, vazgeçmek, çevrilmek’ ve ‘bir şeyin tersyüz olarak değişmesi’ anlamlarına gelmektedir. Tahvil, tağyir (hal değiştirme, değişme) kelimeleri de bu kelimenin eşanlamları olarak değerlendirilebilir. ‘Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir’ (26 Şuara 227) ayetinde geçen ‘inkılâp’ kelimesi, bu kavramlarla (tahvil, tağyir) ortak anlam taşımaktadır. Kur’an’da zulüm, insanın insan davranışı konusunda Allah tarafından belirlenmiş sınırları aşması ile ilişkilendirilmektedir. Doğal olarak psikolojik ve sosyolojik açıdan haksızlık ve adaletsizliğe yol açan fiillerin işlenmesi ile gerçekleşen zulüm, toplumda bu yönde gerçekleşecek değişmelerin de sebebi olacaktır. Toplumsal yapıda çeşitli nedenlerle oluşan haksızlık ve adaletsizliklerin bir takım sosyal tepkilere ve bunun akabinde gelecek inkılaplara yol açacağı malumdur.” (Çelik, 1996: 58-61).
Çelik’e göre Kur’an’daki kıssalardan bazılarında geçmişte yaşamış ve çeşitli nedenlerle yok olmuş toplumlarla ilgili tarihsel örnekler işlenmektedir. Bu örneklerde tarih içerisinde toplumların değişim süreçlerine etki eden ve onları yönlendiren bazı ‘değişmez sünnetlerin’ kalıcı ve belirleyici nitelikleri üzerinde durulmaktadır. Süreklilik ifade eden bu dinamikler, “Allah’ın tarihsel sürece yerleştirdiği sünnetler” anlamına gelen Sünnetullah kavramıyla ifade edilmektedir. Ancak burada toplumsal sürecin yönünü belirleyen faktörler bireysel ve toplumsal iradeyi dışarda bırakarak yürürlüğe girmemektedir. İnsan ve toplumla ilgili fıtrî nitelikler süreklilik özelliği taşımakta olup, değişim esasen bu alanın dışında gerçekleşmektedir. Sünnetullah’ın icrası, insanın iradesini dışlayarak değil, onun da bu sünnet içinde bulunmasıyla cereyan etmektedir. Değişimler ani olmayıp, belli bir sürecin sonunda ortaya çıkmaktadır. Eğer toplumsal yapıda, sosyal, siyasal ve ekonomik dengelerin bozulmasına sebep olan adaletsizlikler giderilemiyorsa, bu durum “çöküş” gibi çok boyutlu bir değişimin birincil nedeni olan “çözülme” ortamını hazırlayacaktır. Netice itibarıyla toplumların yaşamakta oldukları değişimler, Sünnetullah’ın bir gereği olarak meydana gelmektedir. Ancak bu değişimin sebepleri, toplumun kendi özgür seçim ve fiilleriyle oluşurken, sonuçları ise Allah yaratmaktadır. İnsana verilen emanet (hür irade) ve sorumluluk, toplumsal olarak dünyada, bireysel olarak ahirette sonuçlarını göstermektedir. Değişim olayında insan iradesinin öne çıkması, insanı her türlü belirlenimciliğin (determinizm) elinde iradesiz bir varlık durumuna düşmekten uzak tutmaktadır. Sünnetullah, insan iradesinin tarih ve toplum içerisindeki belirleyiciliğini sınırlayıcı bir işleyişe sahip görünmemektir, özellikle bu durum “Bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumlarım değiştirmez” (13 Râd 11) ayetiyle daha da belirginleşmekte ve tarihe yön veren temel faktörün bu anlamda insanların hür iradelerine bağlı olduğu belirtilmektedir. Her toplum kendi kendini değiştirme yeteneğine sahiptir ve bu değişimin yönü insanların hür iradelerinin belirlediği doğrultuda olmaktadır. Toplumlar için ortak kader, ecel ve hesabın olması, toplumsal yapı içerisinde bireylerin toplumun denetiminden ve gidişatından sorumlu oluşunu vurgulamaktadır. Buna göre, bireylerin toplumsal sorumluluklarından kaçmaları olumsuz bir tutum olacaktır. Toplumlar eylemlerinden sorumlu olabilmek için kendilerine verilmiş bulunan “mühlet” içerisinde irade sahibi kılınmışlardır. Allah bu anlamda toplumu oluşturan bireylere, “iyilik ve kötülük yapma gücünü ilham etmiştir.” (91 Şems 8). Buna göre kendini arındıran kurtulurken, kötülüğe yönelen de ziyanda olacaktır. Bireylerin toplum içinde işlenen bir suça fiilî olarak katılmamaları belki onlara bir günah kazandırmamakta, ancak işlenen suçlara karşı, güçleri oranında müdahale etmiyorlar ve seyirci kalıyorlarsa, bu toplumsal süreçten, kendilerine bir pay düşmesi söz konusu olmaktadır (Çelik, 1996: 58-108).
*Bu makalenin daha özet halindeki bir versiyonu Yolcu dergisinde yayımlanmıştır. Makaledeki içerik ve fikrî temel Gerçek Tarih dergisi için genişletilmiştir.
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ MART 2022 SAYISINDA