İki eser, bir buhran
İman meselesinin tahmin edilenden daha çetin ve gündelik genel geçer anlayışların neticeye ulaştırdığı problemlerden daha girift bir mesele olduğunu hatırlatan müthiş bir eser okudum; “Aziz Manuel”. İman kavramı neredeyse her sahada hakkında uzun uzun konuşulan ve nesnel bir kavram olarak ele alınıp kolayca tetkik, tahlil ve tasnif edilen bir kavram.
Oysa bu kavramın tüm teferruatı ve hakikati kolayca tetkik, tahlil ve tasnif gibi hüküm kıstaslarına bir çırpıda izin veren nesnel bakış açılarından ziyade, kendisinde tekâmüle erişen ve kendi ateşini kendisinden devşirme kudretine sahip olan öznelliğin tecrübe metodunda gizli…
İşte bu tecrübe meselesinin ve şahsî olan imanın küçük bir vesikası; Aziz Manuel…
Orjinal ismi; “San Manuel Bueno, mártir” olan eser İspanyol yazar Miquel De Unamuno tarafından 1931 yılında kaleme alınmış. Küçük bir İspanyol köyünde geçen eser, pastoral esintiler ile birlikte iman, insan ve tabiat arasında müthiş bir münasebet kurmakta. İsmi Valverde de Lucerna olan bu küçük İspanyol kasabasının sakinleri imanın içlerine bahşettiği gündelik huzur ile Aziz Manuel’in etrafında toplanıp, onun örnek davranışları ve ilahi kimliği ile müteessir, yaşayıp gitmektedirler… Hikaye, Aziz Manuel’in yakınında bulunmuş Angela’nın dilinden anlatılmaktadır…
Lâkin hikayede dikkat çekici olan şey, romanın baş kahramanı olan Manuel’in, aslında büyük bir iman buhranı yaşıyor oluşudur. İmanını insanlara aktardığı gibi yaşayamayan Manuel, bu çetin buhran ve köydeki dinî kimliği arasındaki çelişki ile müthiş bir azap içindedir. Bu cüssede küçük, manada ağır romanın tüm teferruatı, tahlili, tetkiki okuyucuya kalsın…
Ben, Sanat tarihinde bir ressamın işlediği en ilginç konulardan biri ile bu roman arasında büyük bir benzerlik görmekteyim. Rus ressam Konstantin Savitsky’nin 1897 yılında resmettiği bir rahip vardır. Bu rahip başını, tesbihinin de bileğine -gayet ironik bir şekilde- dolanmış bulunduğu ve kalınca bir kitaptan, muhtemelen incilden destek alan sağ eline dayamış, kederli bakışları ile hücresinin penceresinden uzaklara dalmış düşünmektedir.
Hemen arkasındaki Haç’ı ve hemen yanı başındaki çiçekler ile bir rahibin gündelik hayatına bir bakışta dahil oluveririz bu sahnede. Sahnenin tabî ikliminden bizi çekip alan yegâne husus ise, rahibin koyu kıyafeti içindeki varlığına eşlik eden, kıyafetinden kara düşünceleridir. Neler düşünmektedir bu rahip?
Gözlerindeki umutsuzluktan, çehresinin tüm kıvrımlarına uzanan bir pişmanlık okunurken, acaba kendi kendine hangi çetin muhasebelere girişmektedir? Yoksa bu pişman ve üzgün genç adam bir iman sancısı mı çekmektedir?
Hayal aleminde, manastır hayatı ve dinî kimliğini terk edip, bambaşka bir adam olmanın hülyasını yaşamaktadır belki de…
Şimdi düşünelim, Unamuno’nun kaleme aldığı, o küçük İspanyol köyünde yaşayan Aziz Manuel ile yüzünde kara bulutlar dolaşan bu genç rahibin arasındaki fark nedir? Açık bir tahlil hükmüne varmak gerekirse, biri edebiyat, diğeri resim alanında bu eserleri ortaya koyan sanatçıların farklı kişiler olmasından başka bir fark göremiyorum ben. Bu eserler, bir sancı haline gelen imanın, yanlış tercihlerin ve belki de, analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’ın ortaya koyduğu “Persona” kavramının, böyle çetin bir buhran ve çelişki halinde yaşanmasının güzel birer örneğidir aslında…
Yeri gelmişken, Dostoyevski’nin Ecinniler romanındaki “Aleksey Niliç Kirillov” karakterinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Dünya edebiyat tarihinde bu çelişkiyi okuyucuya -her ne kadar bahsettiğimiz eserlerin ihtiva ettiği konu açısından tam tersi olsa da- en güzel şekilde aktaran ve yine bu çelişkiyi uzun uzun insana düşündüren bir karakterdir Kirillov…
Sanatın böyle çetin çelişkilerden beslenmesi ve muhatabına bunu tıpkı bir “katarsis” olarak aktarması, onun gücünü bir kez daha ortaya koymuyor mu sizce de?
Selimcan Yelseli – gercektarih.com.tr