İyiliğin Suiistimal Edilme Alışkanlığı
Bir ışık huzmesi gibi süzülür iyilik… İnsan ruhunun en kutsal köşelerinden doğan bu his, bazen karanlık gölgelerle çevrili olabilir. O iyiliği alıp kendilerine kalkan olarak kullananlar, o kalkanın ardında sinsice gülmeye başlarlar…
“İyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir,” diye söylenir lakin bu durumda canı yananlara ne olacak? İyilik, bir kez elden çıktığında, kaderini belirleyecek birçok farklı senaryoda kendini bulur. Bazen bir çocuk, kalbini bir annenin ellerine bırakan bir güvercin gibidir; saf ve umutsuz, özgürlüğe uçmaya hazır. Bazen, bir avcının elinde, kendi doğasına ihanet etmeye zorlanan bir kurda dönüşür.
Peki, iyilik niçin ve nasıl suiistimal edilir? Ve bu suiistimalin ardında ne yatar?
İyiler mi Zayıf, Kötüler mi Güçlü?
İyilik, insanın ruhunun derinliklerinde yatan bir tohumdur; peki bu tohumun yeşerdiği toprak her zaman temiz midir?
İyilik yaparak gerçekten saf bir eylem mi gerçekleştiriyoruz, yoksa kendimizi başkalarının niyetlerine karşı savunmasız mı bırakıyoruz?
Özgür iradenin bu dar koridorlarında, iyilik ve suiistimal arasındaki savaş, insan ruhunun en eski ve belki de en çetin savaşlarından biridir.
Bir an için durup düşünelim: İyilik yapmak, ahlaki bir görev mi yoksa bir tür kaçınılmaz yanılgı mı?
Eğer bir insan iyiliğini suiistimal ediyorsa, bu durumda ahlaki suçlu kimdir?
Kötülük yapan mı, yoksa bu kötülüğe zemin hazırlayan mı?
Belki de iyilik yapmanın kendisi, bir çeşit teslimiyettir; diğerlerinin vicdanına, ahlakına, niyetine teslim olmak… Ancak bu teslimiyet, bazen bir kaplanın önüne bırakılan kuzunun masumiyeti kadar çaresizdir.
Toplumun Aynasında İyilik ve İhanet
İyilik, bir sosyal sermayedir; insanları bir araya getiren, toplulukları ayakta tutan, güveni pekiştiren bir yapıtaşıdır… Ancak toplumun gölgesinde, iyilik karanlık ve bükülmüş bir anlam kazanabilir.
Toplumlar, iyilik yapmanın bir zorunluluk, bir ahlaki görev olduğunu söyler dururlar.
“İyilik yap ki, insanlar sana minnettar kalsın; iyilik yap ki, toplumun bir parçası ol.” Ama ya bu iyilik, toplumsal bir baskıya, bir zorlamaya dönüşürse?
Bir düşünün, bir iş yerinde; daha güçlü olan, zayıfın iyiliğini kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Ailede, bir ebeveyn çocuğunun saflığını kullanarak ona istediği hayatı dayatıyor. Topluluklarda, liderler iyiliği bir tür manipülasyon aracı olarak kullanıyor; bu suiistimaller ise zamanla toplumda güvenin yerini alıyor. Sonunda, insanlar iyilik yapmaktan kaçınır, çünkü her iyiliğin bir karşılığı bekleneceği korkusu sarar her yanı.
Toplumun aynasında, iyilik ve ihanet birbirine karışıyor; birinin ışığı, diğerinin gölgesine dönüşüyor. İnsanlar, iyilik yaparken artık içlerinden değil, dışarıdan gelen bir zorlamayla hareket etmeye başlıyorlar. Ve bu zorlamayla yapılan her iyilik, özünü kaybedip bir ticaretin, bir pazarlığın parçası oluyor.
İyilik: Masumiyet mi, Kurban mı?
İyilik, insanın en temel ihtiyaçlarından birine, kendini değerli hissetme ihtiyacına hitap ediyor. Ama ya bu iyilik, başka niyetlerin gölgesinde ezilirse?
Ya birinin iyiliği, diğerinin kötülük yapma alanına dönüşürse?
O zaman ruhun iç dengesi sarsılıyor, zihin karanlık düşüncelerle dolup taşıyor.
Suiistimal edilen bir iyilik, ruhun en ince damarlarına sızıyor. Bazen bir aşk ilişkisinde, bazen bir dostlukta, bazen de en yakın aile bağlarında…
Suiistimal edilen iyilikler, bazen insanı bir tutsaklığa sürüklüyor.
“Neden iyilik yaptım?” sorusu yankılanıyor zihnin koridorlarında; her yankı bir duvar gibi çarpıyor, her çarpış bir parçayı kırıyor. İyilik, burada bir trajediye dönüşüyor, bir kaybedenler hikâyesine.
Bazıları, iyiliğin masumiyetini alıyor ve onu kendi karanlık oyunlarının piyonuna çeviriyor. Ve iyilik, en olmadık anlarda, en olmadık kişilerden bir darbe alıyor.
Saf bir niyetle yapılan bir yardım eli, birden zehirli bir oka dönüşüyor. İyilik, bir yanda büyülü bir peri masalı, diğer yanda trajik bir gerilim filmi oluyor…
İyilik ve Suiistimal Arasında Bir Denge
O halde, bu ince çizgide yürürken ne yapmalıyız?
Belki de ilk adım, iyiliğin gerçekten ne olduğunu yeniden düşünmektir.
İyilik, yalnızca başkaları için bir lütuf değil, aynı zamanda kendi ruhumuza bir armağandır. Ama her armağanın da bir sınırı, bir şartı, bir koruma duvarı olmalıdır. Bilinçli bir iyilik, sınırlarını bilen bir iyilik, suiistimale kapalıdır.
İyiliği korumak, iyiliği yüceltmek için belki de yapmamız gereken şey, daha çok konuşmak, daha çok düşünmek ve daha çok sorgulamaktır. Çünkü iyilik, sadece bir erdem değil, aynı zamanda bir sanattır. Ve her sanat gibi, iyilik de ustalıkla, bilinçle ve cesaretle icra edilmelidir.
İyilik, bir kez daha kendi özgürlüğüne kavuşmalıdır. O saf güvercin, bir avcının değil, sonsuz gökyüzünün elinde olmalıdır. Çünkü ancak o zaman, iyilik gerçekten iyilik olabilir; suiistimalin karanlık gölgelerinden uzakta, ışığını sonsuza dek parlatan bir yıldız gibidir…