tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Mehmet Baş

Şair ve Yazar

    Sirkeci İnfiali, Sezai Karakoç ve Niğde

    19.12.2024
    A+
    A-

    1959 yılının kışında, İstanbul’un kalbi olarak bilinen Sirkeci semti, büyük bir trajediyle sarsıldı.

    Yaşam, her zamanki gibi akıp gidiyor, insanların hayalleri ve dertleri Sirkeci’nin dar sokaklarında yankılanıyordu. Ancak bir Salı günü, 10:23’te, bir patlama sesi tüm bu koşturmacayı yerle bir etti. Sirkeci, o sabah kaderin kara yüzünü görmüş, bir aşkın bedelini kanla ödemişti.

    Bu patlama yalnızca İstanbul’un değil, yüzlerce kilometre ötedeki bir köyün, Niğde’nin Tepeköy’ünün de kaderini değiştirdi. Tepeköy, erkeklerinin İstanbul’a gidip hamallık yaparak geçimlerini sağladığı küçük bir Anadolu köyüydü. O gün, ekmek parası için yola çıkan sekiz Tepeköylü hamal, patlamanın kurbanı olmuştu. Ali ve Mehmet adındaki iki hamal ise o sabah, Kumla Maden Şirketi’ne ait dinamiti taşımış ve ölüme sessiz bir tanık olmuşlardı. Bu trajedi onların ruhunda derin yaralar açmış, vicdanlarının yüküyle ömür boyu yaşamak zorunda kalmışlardı. Köy, evlatlarını ağıtlarla uğurladı; geride dul kadınlar, yetim çocuklar ve hayalleri yarım kalmış nice genç kaldı.

    Patlama, yalnızca bedenleri değil, ruhları da yaraladı. O sabah, genç şair Sezai Karakoç da Sirkeci’deki Meserret Kıraathanesi’nde bulunuyordu. Yazarların, şairlerin buluştuğu bu tarihi mekânda, çayını yudumlarken patlamanın dehşetiyle sarsıldı. Yaralanmıştı; ancak asıl yara, ruhunda açılan derin bir çatlaktı. Sirkeci’nin enkazında gördüğü ölüm ve acı, onun kaleminden bir şiir olarak süzüldü:

    “Ben kandan elbiseler giydim,

    hiç değiştirsinler istemezdim…”

    Bu dizeler, insanın ölümle dansını, yaşamın kırılganlığını ve ölümün sert yüzünü bir tokat gibi gözler önüne seriyordu.

    Polis, olayın ardından dinamitlerin Kumla Maden Şirketi’ne ait olduğunu tespit etti. Ancak dinamiti kimin patlattığı bir türlü anlaşılamadı. Günler süren incelemeler, yan yana bulunmuş iki kadın cesediyle bambaşka bir hikâyeye kapı araladı. Bu cesetler, şirket sahibi Mustafa Atik’in metresi Feriha Bal ve annesi Saime Bal’a aitti. Feriha, Mustafa Atik ile yıllardır süren bir ilişki yaşamış, onu karısından boşanıp kendisiyle evlenmeye zorlamıştı. Bu yasak aşk, işin içine para, hırs ve öfke girdikçe ölümcül bir hal almıştı.

    Mustafa Atik’in eşi Melek Atik, bu trajediden uzak durmaya çalıştı, ancak çevredeki herkes Feriha Bal’ın Atik üzerinde kurduğu baskıyı konuşuyordu. Patlamanın sır perdesi, olaydan yıllar sonra aralandı. Feriha’nın kardeşi Tahsin Bal, vicdanına yenik düşerek, patlamayı kendisinin planladığını itiraf etti. “Ablam ve annem patronuma baskı yapıyordu,” diyordu, “onları ve patronumu cezalandırmak istedim. Ancak dinamitlerin bu kadar büyük bir faciaya yol açacağını düşünemedim.

    Sirkeci faciası, geride yalnızca bir enkaz değil, unutulmaz acılar bıraktı. Sezai Karakoç yaşadıklarını şu mısralarla anlattı:

    “Ellerinin içiyle aydınlattın, ölüm ne demektir anladım…”

    Tepeköy’de ağıtlar yakıldı, İstanbul’da anılar unutulmadı. Yıllar geçtikçe Sirkeci’deki o sabahın izi silinse de, Neyyir Han’ın enkazında yankılanan çığlıklar, insanlık tarihinde karanlık bir iz bıraktı. Niğdeli hamalların, yasak bir aşkın ve vicdanın kıyısında dolaşan bir adamın öyküsü, Sirkeci’yi hep hatırlanacak bir yas evine dönüştürdü.

    Tepeköylü hemşerilerimin o gün hayatını kaybedenlerin ve Üstadımız Sezai Karakoç’un ruhu şad olsun.

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.