tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Mahmut Öz

Araştırmacı/Yazar

    Tarih-deprem ilişkisi ve Manavgat

    06.03.2023
    A+
    A-

    Kahramanmaraş merkezli 7.9 ve 7.6 ölçekli depremin etkilediği alanın büyüklüğü ve etkisi tüm Türkiye’yi derinden sarstı. İnsanlığı son zamanda etkileyen en önemli olay olarak görülmektedir. Yaşadığımız topraklarda fay hattı var mı, binalarımız projeye uygun mu, burada su yatağı var mı gibi sorularla insani çareler üretmekteyiz. Korkunun yarattığı çaresizlik şaşkınlığımızı artırmaktadır. Aslında tarih bize geleceği fısıldamaktadır. Urfalı Papaz Mateos, 1114 yılında meydana gelen Maraş Depremi hakkında çarpıcı bilgiler vermiş, bugün olduğu gibi bir Pazar gecesi meydana geldiğini 40 bin kişinin vefat ettiğini ifade ederken gelecekte olacaklara ışık tutup tutmadığını bilmiyoruz.

    M.S. 850’ler de Pampylya ve Lydya’yı etkileyen çok büyük bir depremin varlığından bahsedilmektedir. Çıkan yangınlar sebebi ile de tamamen kullanılamaz duruma gelmiştir. Mansel, bu depremlerin 7. yüzyıldan sonra, kent metruk hale geldikten sonra mı, önce mi depremin olduğu konusunda bir önerme getirmemektedir.[1] Bölgenin Arap akınları sırasında yıkıldığı hakkında yapılan yayınlar, coğrafyaya baktığımız zaman mümkün görünmemektedir. Arapların silah gücünün, sağlam ve görkemli kaleleri yıkacak güce sahip olmayan Arap ordularının, Torosların yalçın kayaları arasına sığınmış kalelerini tahrip edeceğini düşünmek olanaksızdır. Side, Selge, Silyon Termosos, Zerk, Etenna, Lyrbe gibi Manavgat bölgesinde bulunan çok büyük kentler yıkılmış, yangınlar çıkmış, binlerce insan ölmüştür. Side’de enkazdan kurtulan az sayıda insan Antalya’ya giderek yerleşmişlerdir. Bu sebeple Side “Eski Antalya” olarak söylenmeye başlanmıştır.

    Türkler Manavgat’a geldiği zaman bölgemizde çok fazla yerli nüfus kalmamıştı. Türkler geldiklerinde deprem gerçeğini görerek, tipik “Türk Kavim Yerleşke Modeli”ne geçerek Torosların yamaçlarına, su kaynaklarına yakın yerlere, yeni köyler kurdular. Örneğin Salur köyü. Ancak Manavgat Irmağı’nın doğusunda çok büyük bir göl buldular. Ulualan Gölü’nün batısı Melas Irmağı, güneyi Akdeniz’di. Kara kısmın da ise Elbi Bölgesi ve Elbi Deresi vardı. Buraya Çeltikçi, Kirten, Âşıklar, Demirciler, Karaöz, Aksaz ve Espiyeler isimli köyleri kurdular.

    Gölden balık ve sülük üretimi, saz kesilerek satılması ve pirinç üretimine başladılar. Hacı Obası köyüne de “Selçuklu Av Köşkü”nü inşa ederek, göl hayvanları avcılığına başladılar. Piri Reis 16.yüzyılda da, Manavgat Gölü’nü, Melas Irmağı’nı ve Hisar Kalesi’ni haritalarda göstermiştir. Osmanlı Devleti yüzyıllarca bu gölden vergiler almıştır.

    19. yüzyılın sonlarına doğru göl kurumaya yüz tutmuş. Ama tamamen kurumadığı için bataklığa dönüşmüştü. Cumhuriyet döneminde bataklığın kurutulması kararı alındı. Eucolyptus ağaçları getirilerek kurutmaya başlandı. 1950’lerde büyük ve derin kanallar açılarak sular denize aktarıldı. Bu işlem tuzlu olan suyu kuruttu ve verimli topraklar ortaya çıktı. Makileri temizleyen Manavgat halkı bu Ulualan bölgesini tarıma açtılar. Atalarından bilgili olan halkımız bölgeyi sadece tarımsal alan olarak kullandılar.

    Büyüyen, göç alan Manavgat genişlemeye, tarımsal alanlar inşaatlarla dolmaya başladı.

    Bir başka önemli alanımız Hisar Kalesi ve çevresi idi. Türkler geldiklerinde, Hisar Kalesi’ne, Sorgun köyünün tepelerine, Pazarcı’nın yüksek kesimine, Sarılar’a, Ilıca’ya yerleşerek atalarının öğretilerine uygun olarak yüksek tepeciklere iki katlı evler yaparak yaşamını sürdürmüşler. Hisar Kalesi etrafı su kanalları ile çevrilmişti ve Çamlıburun mevkiinden ırmağa dökülüyordu. Sorgun ile Hisar arasında kalan alüvyonik düzlük sular altında idi.

    Deprem gerçeği bize bir gerçeği daha öğretmiştir. Bilim adamları sağlam yapılmış ama zemininde “Zemin Sıvılaşması” denen oluşum başlayınca bina kendiliğinden yıkıldığını belirtmişlerdir. Zemin sıvılaşması dere ve göl yakınlarında gerçekleşmektedir. Yerkürede meydana gelen olayların etkisi yeryüzüne en zayıf noktalar olan, dere ve ırmak kenarlarında ortaya çıkmaktadır ve binlerce can ve mal kaybına sebep olmaktadır.

    Bu bağlamda göl ve dere yataklarına yapılacak kamu binaları ve özel binalar öncelikle zemin etüdü diğer yerlerden farklı olarak yapılmalı, inşaat teknikleri bakımından masraflı da olsa, bu zemin sıvılaşması gerçeğine göre yapılması gerekmektedir. Özlenen ve beklenen ise, bu bölgelerin tarımsal alan olarak kalması, yapılaşmanın ve kamu binalarının atalarımızdan aldığımız öğreti doğrultusunda zemini sağlam yüksek yerlere yapılmasıdır.

    MAHMUT ÖZ


    [1][1]  Mansel, A.Müfid, side, 2.bask,2020 ttk S.17,18

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.