tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Mahmut Öz

Araştırmacı/Yazar

    Yangın ve küresel savaş

    09.07.2022
    A+
    A-

    Yangınlar, iklim koşulları, meteorolojik gelişmeler ve insan hataları ile başlayıp ve biten felaketler midir?

    Yoksa tabiat varlıklarının yok edilmesi, yerleşim alanlarının, otlakların bitki florasının ortadan kaldırılması ile yeni bir küresel savaş mı yapılmak istenmektedir.

    Manavgat ilçesinde 28 temmuz 2021 tarihinde başlayan ve 10 gün süren yangınlarda, önceki yangınlardan farklı olarak ne gibi gelişmeler yaşandı ve bu gelişmeler bizi bir küresel savaşın izlerine mi götürmekte yoksa kendi yarattığımız gulyabaniden korkan çocuklar gibi kendi masalımıza inanmaya devam edeceğiz.

     Manavgat bölgesi, tarihin en eski devrinden beri ormanları ile ünlü bir bölgedir. Tarihçi Strabon bu ormanların İskender tarafından Kleopatra’ya verildiğini, Mısır’da yapılan gemilerin ağaç ihtiyacının buradan karşılandığını yazmıştır.

    Manavgat yangınları yüzlerce yıldır, sıklıkla meydana gelmiş ve bölgede meydana gelen yangının büyüklüğü, karakteri, sonrasında yapılan fidan dikimi ve iyileştirmeler Orman Bakanlığı eğitim seminerlerinde örnek vakalar olarak gösterilmektedir.

    İlk başlarda yangın, rutin yangınlar gibi algılanmış ve eldeki imkânlarla müdahaleye başlanmıştır. Havada sert bir poyraz, 45 dereceye çıkan sıcaklık ve kuru bir hava vardı. Bu koşullar yaz ayları boyunca sık sık meydana gelen, halkın “Poyraz çıktı,” diyerek yangın ihtimaline karşı dikkat ettikleri günlerden birisiydi.

      1450 Osmanlı Tımar defterinde “Seyyid Seki” adına kurulmuş olan Seki Köyü ve yüzlerce kalem erbabı yetiştirmiş, Kethüdalar köyü Kalemler sırtlarında başlayan yangın, beş saat süren mücadeleye rağmen söndürülemedi ve yerleşim yerlerine inmeye başladı.

     Poyraz, dağların kuzeyinden güneye doğru estiği için, yangını önüne alan poyraz, ateşi güneye veya güneybatıya sürüklemesi bir fizik kuralı idi. Batıdan eserse, doğuya ateşi sürmesi beklenen bir yangın karakteri idi.

     Yanan bölgenin 7-8 km uzağında bir tepeye çıkarak yangının seyrini ve yapacaklarımı düşünürken, yüzüme vuran mikrodalga bir sıcaklığın sarsıcı etkisi ile bulunduğum yeri aracımla terk ettim. Saniyeler içinde ateşin, bulunduğum tepeye ulaşması ve 7-8 kilometrelik portakal bahçelerini atlayarak bize ulaşması şaşırtıcı idi. Bunun mümkün olmadığını, çam kozalağının 200 metreye düşeceğini, poyrazın hızının bu kadar uzunlukta bir yeşil alanın üzerinden geçerek, ateşi bu tepeye üfürmesinin imkânsızlığını bildiğimizden, bunun bir hava burgacı etkisi ile olabileceğini düşünmeye başladık.

     İlerleyen günlerde, yangın bölgelerinde bu etkinin var olup olmadığını, bunun bir yanılgı olabileceğini, dahası bir sanı olabileceğini düşünerek izlemeye başladık.

      Tüm fizik kurallarını aşarak yangının hem doğuya, hem batıya hem kuzeye hareket ederek yanmaya başlaması düşündürücü idi. Bir hilal gibi Manavgat’ı kuşatan Toros’un bereketli bitki örtüsü 10 gün boyunca yanmaya devam etti. Yangının bir çizgi gibi yandığını, her yöne hareket ettiğini, dökülen suların ateşi söndürmediğini de bu yangında gözlemleyerek öğrendik.

       Tüm Türkiye’ye yayılan özellikle de Akdeniz ve Ege’yi kuşatan dağların yandığı yangının, neden Manavgat’ta başladığını ve neden bu bölgelerde yaşayan Yörük- Türkmen varlığını etkilediğini düşünmemiz gerekmektedir.

      Türklerin Anadolu’ya girmesi ile birlikte 1074’te Toros dağlarına dayandılar. Ve yavaş yavaş Torosların yamaçlarına, Bulgar dağlarına yerleştiler. Bu yerleşim stratejik bir yerleşimdi. Çünkü hemen aşağıda Alara Çayı’ndan başlayarak Adana’yı içine alan Kilikya Ermeni Krallığı, Antalya’dan  Kaş’a kadar, Kıbrıs Frenkleri ve Bizans valileri elinde yönetiliyordu. Bu dağların gerçek sahipleri olan Torosların savaşçı kavmi Homanadlardan sonra gelen Helen akınları ve Roma, buradaki halkı sürgün ederek hâkimiyeti altına alabildiler. Torosların yeni efendileri,  Toroslara hâkim olmakla, Türklere savaş üstünlüğü, lojistik ve gıda bakımından avantajlar sağlıyor, istediklerinde sahillere inip, tehlike anında dağlara çekilebiliyordu. Kentleşen sahil halkı ise dağlara çıkamıyor, çıksalar bile onlara mezar oluyordu. 1096 da başlayan Haçlı saldırısı Türk’ü Toroslardan atmayı amaçlamışlarsa da başaramamışlar ve İznik Beylerbeyi Ebul Gazi Hasan Gazi, Selçuklu orduları ile Haçlılarla savaşarak Değirmenözü ve Bolasan köyümüze kadar çekilerek, giriştiği savaşta şehit düştü. Ama Türk’ü Toroslardan sökemediler.

    Türkler elde ettikleri stratejik üstünlüğe rağmen Antalya valileri ve Venediklilerle ticaret anlaşması yaptılar. Amaçları sürdürülebilir bir ekonomi yaratmak ve baki bir devlet kurmaktı. Her zaman aç gözlü ve yağmacı olan Doğu Roma’nın varisi Bizans’ın Antalya Valisi İtalyan asıllı Aldo Brandini Müslüman tüccarların mallarına el koydu ve sultanı tahrik için biçare bir şekilde tüccarları Konya’ya gönderdi. Sultan Gıyaseddin 1207 de Antalya’yı fethetti. Türkler, sonrasında Alanya’yı (1221), Manavgat (1225)’ı da alarak Ermeni Krallığı üzerine yürüdüler ve Kilikya devletini ortadan kaldırdılar. İşte o günden sonra Ermeniler 1000 yıldır bir devlet kuramadılar.

      Antik Lidya fetih edilerek Frenk Hıristiyanlar bir daha bu topraklara ayak basamadılar. Kurtuluş Savaşı’nda Antik Roma’nın temsilcisi İtalyanlar (1918) ve 2. Dünya Savaşı’nda Antalya’da hak iddia eden Mussolini (Ö.1945)’de yine Türkleri atmayı başaramadı. Bütün bunlar bize Torosların, iç Anadolu’nun güvenliği için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

     Bir de burada yaşan halk orman yangınları ile yerinden edilirse, bir daha bu dağlarda yeterli yaşamı bulamazsa, burada yaşayanlar yerleşik hayata geçerse, ne gibi bir tehdit altında kalacağımıza bakalım.

    DEVAMI GERÇEK TARİH TEMMUZ 2022 SAYISINDA

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.