tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Selimcan Yelseli

Sanat Tarihçi/Yazar

Buhran vesikası-3: Felsefe

13.02.2022
A+
A-

Wittgenstein Tractacus’unda şöyle diyor;

Şeyler olgu bağlamlarının içinde yer alabiliyorsa, bu, onlarda zaten bulunmalıdır.”

Neden söyledim bunu?

Buhran Vesikası-2: “Toplum” adlı yazımda, buhranı tanımanın, bilmenin belki de ona karşı yegâne deva olduğundan bahsetmiştim… Tevafuk bu ya, geçenlerde Tractacus’u şöyle bir yeniden inceleme arzusuna kapıldım. Hemen söyleyeyim, Wittgenstein’in dil problemleri üzerine yürüttüğü felsefi düşüncelerinde üç perde vardır. Birincisi erken dönem Wittgenstein, ki bu dönem, Tractacus eserini yazdığı dönemdir. Dilin resimle ilişkisini tartışır. İkinci dönemde yani geçiş döneminde ise doğruculuk felsefesine yakınlaşır. Üçüncü dönem, yani geç dönem Wittgenstein’ı ise dili oyun kavramı içinde konumlandırır.

Şöyle bir bakınca, bahsettiğim buhran da, tüm gücünü ifade edilememezlikten almıyor mu aslında? Bu buhrandan, geçen yazımızda izsiz, isimsiz diye bahsetmiştik. Bir çırpıda bu tabirimize de tarifi Wittgenstein’in geç dönemdeki düşüncelerinin ölümünden sonra derlendiği “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserinden bulalım; “Bir şeyin adını sorabilmek için insanın zaten bir şey bilmesi (ya da bilebilmesi gerekir). Ama neyi bilmesi?

Biz bu buhranın adını sormaktan henüz uzağız. Onun hakkında bir şey bilemiyoruz çünkü… Ya hissetmek? Hislerin de bilme konusunda mühim bir yer teşkil ettiğine inanırım. İnsan hisleriyle de bilebilir. İtirazlar olacaktır elbet. Hislerin yumuşak ve uysal gözleminin insanı nesnel bilgiye ulaştıramayacağını söyleyeceklerdir. Ama ben bu hususta bilme eyleminin tüm çerçevesinin sadece nesnellik kavramıyla da çizilebileceğini düşünmüyorum. Burada tecrübe yardımıma koşuyor…

Şimdi, şuurumun içinde dönüp duran idrak mefhumunun girift tecellisine sığınarak düşünüyorum; bilinen de, görünen de içselleştirilemez. Ama ya yaşanan? Yaşadığımız şeylerin mutlaka tarafıyızdır. Çilesi çekilmemiş, acısı yaşanmamış, gelip de yanlış bir hüküm olarak insanın üstüne yıkılıvermiş bir “yaşamak” mümkün müdür? Tecrübenin nihayeti, idrak etmek olursa eğer bu buhranın düğümü ilmek ilmek çözülür.

Tecrübe bahsettiğim buhrana karşı, onu bilme, onu tanıma ve idrak etme yolunda büyük bir adım olabilir. Kararan göğün içinde saklı aydınlık, siyahın içindeki beyaz, günahın içindeki tövbe, yanlışın içindeki doğru misali… Her manzaraya karşı ayrı bir bakış açısı sunan pencere, her kursağın kendisine göre doyacağı miktarınca aldığı kaynak, tecrübe…

Öyleyse hepimiz kendimize göre ona kapılarak, onu kendi içimizde şekillendirerek, onu bulunduğumuz çağın bir mesuliyeti bilerek ve her birimiz bu buhranı tüm sancısı ile tecrübe ederek, onu aşacağız. Bilmenin, görmenin ve en nihayetinde idrak etmenin biricik yolu da bu değil midir aslında?

Bu buhran, kara bulutlar gibi içinde yağmuru, içinde arınmayı, kendi külfetinde kendi kurtuluşunu taşıyan bir buhran aslında. Derdin dermana dönük yüzü, bilge bir tebessüm ile aydınlanmış, ardına gizlendiği sahte umutsuzluktan bizlere bakmakta…

Zaman sabırla, hep aynı îfâ-i vazife ile ilerliyor ve ben Wittgenstein’ın en başta bahsettiğimiz şu sözünü sık sık hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum;

Şeyler olgu bağlamlarının içinde yer alabiliyorsa, bu, onlarda zaten bulunmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.