Buhran Vesikası-4: Sanat
Mazinin altın tozu kaplı bilgelik defterlerine bakanlar için.
Kıymeti, sanatçısının birikimi ve gittikçe olgunlaşan sanat idraki neticesinde artan ve içimizde harikulade hisler uyandıran eserlere ustalık eseri derdik bir zamanlar? Şimdi nerede bu ustalar, nerede eserleri? Hayli hayli cevabını verir gibiyim… Eserler ya en seçkin koleksiyonların bünyesinde, ya ulusal müzelerin duvarlarını süslüyor.
Ustalar ise, mazinin altın tozu kaplı bilgelik defterlerine tek tek kaydedilmişler çoktan…
Ustalık mefhumu ne müthiş mefhummuş… Bunu, çağın her kıymeti bir çırpıda tıklanma sayısına mahkum eden kıstaslarında anladım. Haydi, meşhur doğum sancısının şatafatını mermer damarların antik kıvrımlarından devşiren Rönesans’tan bir örnek bulalım…
Önümde deri kaplı defterim ve Gombrich’in Sanatın Öyküsü adlı o kalınca kitabını açmış, bir kış akşamı sayfa sayfa geziyorum… Dışarıda, camları mavi bir buz peltesiyle sıvayan rüzgar… Önümde sıcak, hareketli, renk renk eserler.
Gözüm Michelangelo’nun eserlerinin görsellerinde dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum… Michelangelo’nun eserlerini severim. Bana her bakışta yeni bir şeyler söyler. Tutkulu, hülyalı, kıvrım kıvrım bir ahenk sızar çizgilerinden. Hani rivayettir, kendisini baş aşağı sarkıtıp Sistina şapelinin meşhur tavanına çizdikleri gibi. İlk bakışta bir çılgınlık gibi gelir bize bu tutum. Bir adam nasıl olur da böyle bir zahmete girişir?
İşte ustalık burada gizlidir. Sanat eserinin nadideliği, güzelliği, sanatçının o eseri ortaya koyarken çektiği çile ile de ilişki içindedir. Haydi, tutup bir misal daha getirelim. Yayınlanan mektuplarında okumuşuzdur, bu mektuplarda Van Gogh abisi Theo’ya neler yazar neler… Parasızlık, ruhsal sıkıntılar, yalnızlık. Ama tüm bunları unutup Yıldızlı Gece’nin insanı baktıkça içine çeken seyrine kapılırız. Bambaşka bir tavır vardır bu eserde. Daha niceleri…
Bir an düşünelim… Bu sanatçılar asli kıymeti tıklanmalarla mahdut kılan günümüzde yaşasalardı, akıbetleri ne olurdu? Belki yeni eserleriyle bir saman alevi gibi bir kaç gün sosyal medyada parlar ve tüketmeyi artık vazgeçilmez bir ihtiyaç bilen çağımızın dehlizlerinde tarihin insafına terkedilirlerdi. Ustalıkları böyle ayan beyan ortada olsa da unutulmaktan muaf olurlar mıydı? Sanmam…
Bir de şöyle bir çırpıda heykel sanatına göz atmaya ne dersiniz? Son zamanlarda şehirlerin girişlerine o şehrin sembolik isimlerinin, yahut nesnelerinin heykelleri dikilmeye başladı. Yapılan bu eserler birer facia değil mi sizce de? Ama gözümüzden kaçan ve aslında en başından beri söylemeye çalıştığım bir şeyi çepeçevre ortaya koyan bir şey var… İstihza ile bu eserlerden bahsedenler, geçmişin adeta yıldızlar ardından tebessüm eden maharetiyle kıyaslamadan duramıyorlar! Antik Yunan, hatta ilkel çağlarda ortaya konulmuş eserler ve günümüz eserleri yan yana getiriliyor, espriler havada uçuşuyor…
Bir tek bana mı böyle geliyor? Sanmam… Günümüzde ortaya konulan sanat eserlerinin bir çoğu birer sarhoşluk, marjinallik adına, renkleri sicim sicim bir yağmur ile çözülmesi an meselesi zayıf, tabiatsız curcunalar. Bir kısmı da sembolik, asimetrik bir beceriksizlik. Neden böyle? Ustalık artık özünü yitirmiş, romantik ve nostaljik bir lakap olmuştur da ondan… Manasızlaşan tavrı, eksik çizgileri, şekilleri, acemi atılımları ve sürat duygusu sanatçı kavramını kapitalist bir öğeye (metaya) dönüştürmüştür.
Hele bir de NFT var ki, hayali, fiziki varlığı olmayan vesveseler hiç böyle pahalı olmamıştı…
Sanat tarihinde dönem dönem esen -izm’leri ve tüm tasnif müesseselerini bir an için gözardı ederek söylüyorum; kendi geleneğinin anlayışından kopan sanatçı, artık bir eser meydana getirme bilincini ve mesuliyetini yitirmiştir. Buhranın bir diğer yanı, yaratıcılık ise uzun süredir kendi çevresinde dönüp durmakta.
İnsanın yazıklanmaması mümkün mü? Nerede o yeni fikirler, yeni teknikler, yeni heyecanlarla, bir zelzele heybeti ile sanatın toprağından dirilen ustalar? Cevabını hayli hayli verir gibiyim;
“Mazinin altın tozu kaplı, bilgelik defterlerine tek tek kaydedilmişler çoktan…”