Frederick Arthur Bridgman’ın “Dua” adlı tablosu ne anlatır?
Ellerini iki yana açmış, yüzü bizlere dönük, bakışlarıyla sonsuzluğun azametini müşahede ederek duran bir adam… Hemen arkasında, kendisine göre sağ bize göre ise sol tarafında, iki büklüm ve adeta bîçare tavrıyla sol elini bir hürmet nişanesi olarak gövdesine bastırmış, sağ eliyle diğer figürde sezdiğimiz azametin menbağını selamlamakta olan bir figür. Hemen ayaklarının uçlarına bırakıverdiği asası ve keşkülüyle[1] bu figür bir derviş olmalı…
İki figürün arkasında kubbeden sarkan avize, onun hemen altında perspektif olarak biraz daha geriye konumlandırılmış müphem ve tedirgin bir figür…
Sütunlarda, renklerde, dekorda bir mabedin en özel çizgileri… İlk betimlediğimiz figürün yüzündeki o şiddetli hayrete takılıyor gözlerim…
Eserin muhtevası bir dua sahnesidir. İslam dininde “dua” mefhumu ekseriyetle, başını samimiyetle kalbine eğmiş figürlerin, yaratıcı kudretin aşkınlığıyla kendi naciz kalpleri arasında tesis ettikleri bağa gösterdikleri hürmet ile teşekkül eder.
Dua ile meşgul olan birini gördüğümüzde onun, başını kalbine eğmiş ve oturduğu yerde son derece mütevazı bir ahval ile adeta zamanın muvazenesini incitmekten korkan biri olduğunu zannedebiliriz. İnancın ve duanın merhamet ile tezyin edilmiş iklimini duyarız.
Oysa bu tabloda dua ile mündemiç hayreti ve ellerini iki yana açmış o figürün sakallarına belirsiz bir noktadan yansıyan incecik ışığın aydınlığını görmekteyiz. Dua, bu sahnede bir temenni olmaktan çıkmış ve “hakkıyla bilememek, tanıyamamak ve vasıl olamamak” hüviyetinin, pişmanlıkla donanmış renklerine ve çizgilerine bürünmüştür. Figür, kendi yalnızlığına mutabık sonsuzluğun da yalnızlığını görmüş, hayret etmiş ve öylece kalakalmış gibidir.
Diğer, yani derviş olarak nitelendirdiğimiz figür ise azamet karşısında iki büklüm, o an kendisinden uyanan vecdin engin ummanında yüzmektedir. Artık bu tabloda hiçbir figür kendi benliğinin idrakinde değildir sanki. Zaman ve mekân şeffaf bir mana perdesinin ardına gizlenmiştir. Herkes, her rengin ötesindeki rengin ve bir sonsuzluk vehmi uyandıran aksin en hakiki tezahürüne teslimdir adeta.
Acziyet, en öndeki figürün çıplak ayaklarından yüzüne doğru kıvrılarak uzanan bir soluk misali, tabloyu izleyenin de göğsünde bir ürperti uyandırır… Duanın biricik ve insana bahşedilmiş tesiridir bu…
Frederick Arthur Bridgman’ın 1877’de çizdiği bu yağlı boya tablo sanat tarihinde sıkça işlenen oryantalist temalardan biridir. Teknik olarak bu eseri ilginç kılan ve yukarıda da tam tarifine başvurmadan betimlediğimiz bir detaydan bahsetmek elzem diye düşünüyorum…
Bridgman bu eserde yukarıda da bahsettiğimiz dua eden figürü, karanlık arka plana karşı, incecik bir ışık vurgusuyla güçlendirmiş ve ekseriyetle, dua eden figürlerin oryantalist sahnelerde arkadan yahut profilden resmedilmesinin aksine, dua eden figürün bizzat yüzünü göstererek bu sahnenin tesirini arttırmış ve bizleri de bu esere dahil etmiş diyebiliriz.
1866’da Paris’de Oryantalist Jean-Léon Gérôme’nin öğrencisi olan Bridgman’ın, 1873-74 yıllarında yaptığı Mısır gezisi, doğu hakkında bir bakış açısına sahip olmasını sağlamış ve bu gezi Bridgman’ın sanat hayatında da dönüm noktası olmuştur.
Bu eser bugün Malezya İslam Sanatları müzesinde yer almakta ve teknik olarak, hem dua mefhumuna farklı bir yorum getirmesi, hem de ressamın ruh dünyasının irdelenmesi bakımından tetkike muhtaçlığını sanatın zamansız ve mekansız ikliminde muhafaza etmektedir.
Selimcan Yelseli
[1] Dervişlerin omuzlarına yahut boyunlarına astığı kayık biçimli kaplara derviş keşkülü veya keşkül–ü fukara denmektedir. Yine tasavvufî gelenekte dervişlerin âsâ’yı Adem peygamberin ve diğer peygamberlerin bir sünneti olduğunu bilerek taşıdıkları ve hatta bazı büyük mutasavvıfların türbelerinde sandukanın yanında hatıra olarak muhafaza edildiği bilinmektedir.