Metaverse ve parodi
Baudrillard bu günleri görseydi ne derdi acaba?
Mutlaka rastlamışsınızdır, sanal arazi ilanları ciddi meblağlarla satış sitelerinde sayfa sayfa yer alıyor artık. Alıcısı var mı? Bilmem, ben rastlamadım. İzleyicisi var mı? Suale ne hacet, hepimiz!
Bu yeni yeni oluşan ve son derece iddialı atılımı hepimiz izliyoruz. Bize misal olarak -biraz da özendirme mahiyetinde- sunulan kısa videolarda bir gözlük vasıtası ile renk renk açılan dünyayı hayretle seyrediyoruz. Şöyle irice bir gözlüğü takıyor insan, sonrası mı? Garip bir hürriyet duygusu. Mesuliyetlerden sanal bir arınma güdüsü. Mesela rastladığım en ilginç olanını bir çırpıda anlatayım… Sanal bir ofis, kahramanımız çalışmaktan hayli sıkılmış olacak, monitörü kırıyor, duvarlara vuruyor, patronunu dövüyor. Bu taşkınlığın bir bedeli mi? Elbette yok. Pek tabi garip bir tatmin aracı bu.
Bizzat deneyimlenen gerçekliğin yerine suni bir gerçeklik alternatifinin mayası ha tuttu ha tutacak. Ben bu alternatifin doğasındaki şiddetin geleceğe yansımasını şimdiden görür gibiyim. Mesuliyetlerden sıyrılmanın aldatıcı hazzını rengârenk âlemler içinde keşfeden insanın içinde gizlenen şiddet arzusu orada tekâmüle erecek ve tatminini sağlayacak.
Erich Fromm “İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” adlı eserinde savunmacı saldırganlık ile yıkıcı saldırganlık arasına esaslı bir çizgi çizer. Bizim içinde bulunduğumuz, bizzat yaşadığımız somut dünyada savunma ihtiyacımız da belli bir şiddet duygusuna açılır. Burada mühim olan fark yıkıcı saldırganlığın, sanal dünyada zincirlerinden boşalmasıdır.
Şüphesiz, sanal gerçeklik için kurgulanmış bir parodi denilebilir. Kuralsızlık içinde sözde kuralların esnediği bir miskinlik, bir mesuliyetsizlik iklimi hâkimdir orada. Baudrillard “Simülakrlar ve Simülasyon” eserinde tam da bu noktaya değinirek; “Parodi, boyun eğmeyle, yasak çiğneme arasındaki farkın doğurduğu yasayı devre dışı bırakmaktadır.” der ve bu parodi durumunun tabiatını böyle izah eder.
Düşünmüyor değilim, insanlık tarihsel süreçteki gelişiminde en nihai noktayı yasasızlığa gebe “parodi” bir dünyada mı buldu? Bu bir ihtiyaç mıydı? Yoksa bir şımarıklık mı? Bu meçhul ve müphem duruma karşı kaygılanmamak elde değil. İnsanlık asırlardır bunu mu arıyor, bunu mu düşünüyordu?
Hemen şimdi sanal gerçeklik kavramının karşısına bir kavram bulalım… Mesela bizzat şu an yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz bu dünyaya “özgerçeklik” diyelim. Gün gelecek sanal gerçeklik ile özgerçekliğin arasındaki uçurum kapanmaya yüz tuttuğunda içinde bulunduğumuz özgerçeklikte geçerli ve gündelik yaşamda ehemmiyeti bir hayli fazla olan ahlakî, insanî, etik yasalar da göz ardı edilmeye başlanmasın sakın! Hayal ile gerçek, var ile yok, asıl ile suni ayırt edilemez bir duruma gelirse mana ve madde planındaki bu bulanıklığın akıbeti ne olur? Bu su nerede arınır? Çareleri şimdiden düşünsek mi?
Bir de bu meselenin inanç boyutu var. Son günlerde Kâbe’nin metaverse’de ziyarete açılacağını okuyorum. Hayret etmemek elde değil! Kolaycılığa iyiden iyiye alışan çağın insanına bir kolaylık daha. Elbette Müslümanlar için bu kutsal ziyareti öz gerçeklik bağlamında dahi kapital bir anlayışa, hatta turistik bir ziyarete çeviren Suudiler, metaverseden de kâr amacı güdeceklerdir. İbadetin fizikî ve özgerçeklik kavramına dayanan bizzat tecrübe şartını ve İslam dininin birlikte hareket etme, beraber olma anlayışını aşabileceklerini hiç sanmıyorum.
Bir merkez şuuruna her daim muhtaç olan insanlık, elde kalan son merkezini yani özgerçeklik ve bizzat tecrübe duygusunu da sanal aldatmacalarla kaybetmek üzere. Sosyal medyada hepimizin aşina olduğu sahte kullanıcı hesaplarından, sahte bir sanal görünüme, sahte şehirlere, sahte hislere uzanan bir dijital tavır. Fizikî ve gayet insanî hürriyetten, sanal, mesuliyetsiz ve oldukça tuhaf bir hürriyete…
20. Yüzyıl’ın en büyük retorik sentezcisi Cioran’ın şu dedikleri, gitgide içine çekildiğimiz bu bulanık dünyaya karşı, gerçekliği bize ihtar eden bir öğüt olarak aklımızın bir köşesinde dursun; “Vücudunuza bir aynada bakın, ölümlü olduğunuzu anlayacaksınız… Parmaklarınızı kaburga kemiklerinizin üzerinde bir mandoline dokunur gibi gezdirin, mezara ne kadar yakın olduğunuzu göreceksiniz. Giyimli olduğumuz içindir ki ölümsüzlükle böbürleniriz. Bir kravat takıldığında nasıl ölünebilir? Giyinip süslenen ceset kendini iyi tanımamaktadır ve ebediyeti hayal ederek bunun yanılsamasını sahiplenmektedir. Et iskeleti örter, giysi eti örter. Tabiatın ve insanın ince kaçamakları, içgüdüsel ve itibarî aldatmacalar…”