tarihkitapbiyografimehmet poyrazmustafa armağandergi

Selimcan Yelseli

Sanat Tarihçi/Yazar

Vandalizm sanatı

31.10.2022
A+
A-

Son zamanlarda en ünlü sanat eserlerine yapılan saldırılar gündemi meşgul etmiyor.

Evet yanlış okumadınız, gündemi meşgul etmiyor.

Farkında mıydınız?

Bu saldırıların yankısı, birkaç duyum ve üzerine sarf edilen birkaç entelektüel kelamdan ibaret. Dünyanın en ünlü müzelerinde, en ünlü eserlerde cereyan eden ve faillerince, kuşkusuz oldukça mühim bir iş olarak addedilen bu saldırılar tepki uyandırmıyor. Bu suskunluğun sebebi -olumlu yönden bakarsak eğer- kimsenin bu saldırıları ciddiye almıyor olması olabilir mi?

Bir de olumsuz, -hatta bir parça hakikat duygusu ile başka bir açıdan bakarsak- kimse ne bu saldırıları, ne de sanat eserlerini önemsiyor. Bu eserler ve aslında topyekûn sanat, dünyanın gündelik telaşı dışında, belli zümrelerin eğlencesi olarak görülüyor.

Sanatın amacı dünyayı değiştirmek, gündelik yaşamın dışına taşmaktır elbet, bunu büsbütün kabul ederiz. Sanat, hudutları zorladıkça yeni şeyler söyleyebilir ve hatta yeni ifade biçimleri bulabilir. Sanatın söylediği yeni şeyler ve hatta ortaya koyduğu yeni biçimlerde, sanat eserlerine uygulanan bu şiddet gibi daha nice şiddet meşru görülebilir mi?

Yakın tarihte yaşanmış bir olay bu sualle oldukça ilintili aslında…

11 Eylül saldırısından beş gün sonra, Elektronik müziğin mühim bir ismi olan Karlheinz Stockhausen, Hamburg’daki bir basın konferansında öyle bir şey söylüyor ki, tüm basın ve çevresindekiler buz kesiyor. Stockhausen, 11 Eylül’ü “bütün kozmosta mümkün olan en büyük sanat eseri” olarak betimliyor. Sonrasında ise kendisine yöneltilen ithamlar, edilen vetolar ve hatta kendisi de bir piyanist olan kızının babasının soyadını taşımayı reddetmesi… İnfial büyüyor. Stockhausen ifadesinin yanlış anlaşıldığını söylüyor ve aslında yaratılmış olana karşı yıkıcılığın sanat ile ilişkisi olduğunu belirtiyor. Hatta kendi eserlerinde de yer verdiği Lucifer karakterine dayandırıyor kırdığı bu potu.

Hiç şüphesiz Stockhausen tehlikeli sularda yüzmüş ve imgesel olanla hakikati birbirine, sanat hırsı ya da bir parça marjinallik uğruna karıştırmıştı. Sanatın yeni şeyler söylemek üzerine kurulu hür dünyasını şiddete ve yıkıcılığa mâl etmiş ve toplumun tepkisiyle yüz yüze gelmişti. Kuşkusuz sanatçı kişiliğinin, bu sözlerinde onu bazı hükümlerden muaf kılacağını sandığı bir umursamazlık içinde olduğu düşünülebilirdi. Ama mesele bundan sonra daha tuhaf bir hal almış ve Stockhausen’in görüşleri sıradan bir hale gelmeye başlamıştı.

Nasıl mı?

11 Eylül saldırıları sonrasında Dünya Ticaret Merkezi’nin boş kalan arsasına Amerikan kamuoyu “Ground Zero” (sıfır noktası) yakıştırmasını yaptı. Hatta 11 Eylül olayları ve sonrası Amerikan bilincinin bu meseleye bakışı “Groundzeroland” (sıfır noktası ülkesi) tabiriyle adlandırıldı. Hiç şüphesiz bu saldırı hem tarihi, hem de bilinci değiştirmiş ve kesin bir kırılma noktası olmuştu.

30 Aralık 2001’de New York Valisi Guilaini, bir zamanlar Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu arsaya bakan bir platform kurdu ve her Amerikalıyı bu sahneyi izlemeye davet etti. Evet, doğru okudunuz. Tüm bürokratik girişimler tamamlandı ve tıpkı bir kutsal yer yahut turistik bir seyir alanı olarak saldırının gerçekleştiği yerin tam karşısında yerini aldı bu platform.

Yaşanmış şiddetin hatırasını teşhir etmek ve bu şiddeti sanat kadar ulvi görüp, tarih bilinci ve acı hissiyatıyla yeni bir imaj yaratmak mıydı bu? İnsanlar o platformda neye bakıyorlardı? İnsanlar o platformdan baktıklarında neyi görmeyi umuyorlardı?

Stockhausen’in bir sanatçı esrikliğiyle söylediği sözleri kınayan toplum, şimdi şiddetin yaşandığı yer olan ve sadece imgesel bir boşluktan ibaret kalan arsayı izlemek için dolduruyorlardı o platformu. Şiddet mi sıradanlaşmış, yoksa duygular mı suistimal edilmişti? Bu kadarı da kâfi gelmemişti üstelik, iş gittikçe çığırından çıkmış ve müze müdürleri bu saldırıdan kalan çeşitli nesneleri toplamaya başlamıştı. Şiddet ve felaketten bir sanat bilinci, bir vandalizm teşhiri devşiriliyordu!

Günümüze dönersek eğer, Stockhausen’in büyük tepki çeken sözleri gibi önce yadırganıp sonra başka bir mecrada, belli bir sıradanlık meselesine indirgenecekse, son zamanlarda sanat eserlerine yapılan saldırılara karşı toplumların suskunluğu gayet isabetlidir. Ama tepkisiz ve amaçsız bir şekilde buna alışıyorsak ve nice sanat eserine gerçekleşen saldırıları bir yanımızla sanatın ve ifade biçimlerinin hür dünyasına atfediyorsak yazıklanmamız gerekiyor.

Sanat eserlerine dadanan failler, ne hikmetse kendi sorunlarının kaynağı olan şeylere tepki göstermek yerine, gidip de sanat eserlerini kurban olarak seçiyorlar. Müthiş ironi! Ya bu failler sanatın, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi herkesin göz bebeği olduğu düşüncesinin komik yanılgısı ile dertlerine dikkat çekmek arzusundalar yahut kendilerini bir performans sanatçısı olarak ortaya koymaya çalışıyorlar. “Vandalizm” sanatının fertleri olarak anılmanın büyüleyici ahmaklığı…

Dünya Ticaret Merkezi elbette bir sanat eseri değildi ama bir sanat eserinin taşıdığı imgeselliği taşımaktaydı. Ona karşı gerçekleşen bir saldırı mühim bir kırılma noktasını oluştururken o, sanat eserleri gibi toplumların belli zümrelerinin ilgisine de hapsedilmiş değildi üstelik. Her kesimin ilgisini çekmekte ve imgesel bir abide olarak yükselmekteydi. Bu zaviyeden bakınca, sanat eserlerine yapılan saldırılara alışılması daha mı kolay görünüyor dersiniz?

Benim nezdimde sanat eserlerine yapılan saldırılar, harekete geçmenin, aktif bir eylemde bulunmanın ve böylece dikkat çekmenin, geçmişin estetiğinden daha estetik bir mesele olduğunun iflah olmaz yanılgısından ibaret aslında. Dünyanın çeşitli sorunlarına dikkat çekmek adı altında, imgesel bir reddedişin hazin gösterisi. Sanat, kapitalizmin seçkin(ci) zümrelerinin elinde oldukça, her kesimin ulaşmasının mümkün olmadığı bir hobi olarak addedildikçe ve zanaat kavramı ile arasına ciddi bir mesafe konulmaya devam edildikçe, geleceğin buhran yüklü dünyasında bu tür eylemlerin sıradan bir mesele haline gelmesi gayet mümkün. Ne yazık ki, sürüp giden bu suskunluk da, bu mümkünatın en büyük göstergesi.

Kabul etmeliyiz ki bir gün, bir sanat eseri, hatta her cephesiyle sanat, telafisi mümkün olmayan bir saldırıya maruz kaldığında, onu, toplumlar ve dünya ile arasında açılan mesafeden ötürü, hiç kimse tıpkı Dünya Ticaret Merkezi’nin karşısına inşa edilen platform gibi imgesel olarak yeniden canlandırmaya heves etmeyecek ve onun hatırasını yaşatmak için harekete geçmeyecek. Belki de o saatten sonra dijital sanatın temsili ile yetinilecek.

Sanat eserlerine yapılan saldırılara daha ciddi yaptırımlar gelmeli. Yoksa çığırından çıkmış ve yeni yeni seyrini bulmuş bu vandalizm sanatı, sanat hususunda sadece performans ve tepki kalana dek, kendisinden başka her şeyi ve sanat eserlerine yapılan saldırıları seyrettiğimiz şu gündelik platformlarımızı dahi yıkmaya niyetli.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Mükremin Ümit Gül dedi ki:

    Kaleminize sağlık. Çok güzel bir yazı olmuş. Sanat saldırılarına kayıtsız kalmamak lazım.

    1. SELİMCAN YELSELİ dedi ki:

      Teşekkür ederim.