Varlık dramı ve günümüz-2
Geçen sabahlardan bir sabah, oturduğum yerde gözümü baba yadigarı duvar saatine mıhlamış düşünüyorum… Dışarıdan gelen birkaç uğursuz karga çığlığını da bastırmak istercesine şöyle mırıldanıyorum sonra:
“Zamanı ölçmeye yarayan bu aletler, yani saatler, ne zaman bizi ölçer oldu, iste biz o demden beri kendimiz, toplumumuz ve dünyamız hakkında tüm tasarruf kudretimizi yitirmeye başladık. Zemberek bu kez hiç olmadığı kadar kararlı ve şiddetli bir infilak ile boşaldı.“
Elverir ki, hepimiz bir dönem farklı kültürlere geçit vermeyen ve insanı tek tipleştirmeyi kurgulayan distopik romanlar okuduk, filmler izledik. O eserlerde akan zaman meçhuldü. Saatlerle zamanı ölçmek yerine, onu, tahakküm altına aldıkları ve tek tipleştirdikleri insanlar için bir ıstırap aracı olarak kullanan otoriteler, tüm iştahlarıyla saldırıyor ve zamanı kendileri için sömürüyorlardı. Bir bakıma onlar zamanı, zaman ise onların kölelerini ölçüyordu…
Covid-19 pandemi süreciyle birlikte zaman tarafından ölçüldüğümüz fikri distopyaya dair tohumlarını şuurlarımızın toprağına ekti. Kısıtlamalar, artan şüpheler, tedirgin bakışlar, iddialı söylemler aldı yürüdü ve pandemiyi sonlandırmaya çalıştığımız yahut sonlandırdığımız bu devirde, insanlığın artık distopik bir dünyaya adım attığı ihtimali toplumca sıkça konuşulur oldu.
Mesela pandemi öncesini ve pandemi sonrasını kıyas etmenin mantıksal gerekçeleri bir bir ortaya serilmeye başladı ki, kimi zaman hak vermemek imkansız. Değişen bir şeyler olduğu kesin. Muallak olan ise daha nelerin değişebileceği… İnsanlarda “dünya artık eskisi gibi değil” yahut “dünya artık eskisi gibi olmayacak” gibi söylemleri sıkça duymak mümkün…
Pandemi sürecinin içinde bireyselleşmenin, yani bir bakıma aşırı bireyselleşmenin zehirli suyunu içen kursaklar, zamanın tükenişine dair ölçemediği bir kavramın kuraklığını, topluma bir anda karışmanın getirdiği şaşkınlıkla daha fazla duyumsuyor şimdi. Nitekim bilim de, pandemi sürecinde alternatifler öne sürmekten başka yapacağı hiç bir şey olmadığı için, tam manasıyla vâkıf olamadığı sistemdeki bu hatanın şaşkınlığını uzun bir müddet yaşamış ve zamanı ölçmek için asırlık birikimiyle azami gayret gösterirken aslında zaman tarafından ölçüldüğünün çarpıcı gerçeğiyle epey afallamıştı.
Ama yine de bu distopik şüpheler devam ederken, aslında dünyanın içinde insanın değişmez bir yazgısı olan varlık dramı, vaziyete göre tam bir tezat olarak, tarihin hiçbir döneminde günümüzde olduğu kadar inkar edilmemişti. İnsanoğlunun ifade duygusu hiçbir zaman günümüzdeki kadar incelikten yoksun bir tavırda ele alınmamış ve tabiri caizse hedonizm hiç bu kadar revaçta olmamıştı.
Artık neredeyse tamamen dijital argümanların bir ürünü olan imaj, gerçeklik ötesi gerçekliğin, duygusuz bir ifadesinden ibaret oysa. Günümüzde varlık dramı, işitsel olana teslimden ziyade görsel olanın ayartıcı ve tahrik edici eğlencesinin içinde çalkalanıyor. Pandemide zaruri bir şekilde kullanılan görüntülü iletişime nedense bazı yerlerde ve bazı şekillerde inatla devam ediliyor mesela. Zaman söz konusu olduğunda ise, onun asli manası üzerine artık tek kelime etmek bir hayli felsefî, handiyse nostaljik bir ideal gibi görünüyor.
Zaman hakkında lâl olan dilimiz, imajın zaman ötesini vadeden ayartısı için konuşmaya bir hayli hevesliyken, dünyanın bir distopyaya adım attığına dair şüphelerini arttıracak bir haber daha… Almanya’da sırtlarına aldıkları platformlarla toplumun içinde gezen canlı reklam panoları… İmajların artık hareketli bir şekilde bizzat toplum içindeki dinamizmi… Yarı organik reklam panolarıyla kurulan mecburî ve dolaylı iletişim. Reklama ve tüketime kazandırılan yeni boyut. Bir kaplumbağa metaforuyla ele alacak olursak, sert kabuğunu, yani evini sırtında taşıyarak tabiatın içinde sarp yamaçları aşmak için çabalayan kaplumbağa ile sırtında reklam aracı dijital görseli, kapital platformuyla toplumu aşmaya çalışan insan…
Hemfikiriz ki, körüklenen bir distopya şüphesi var. Bu korku, ya insanların tarihin her döneminde olduğu gibi mühim kırılma noktalarından sonra oluşacak müsait ortam ile bir değişimin mutlakiyetine dair besledikleri inanç, ya da bazı mihrakların bile isteye insanlığa özellikle görsellikle empoze ettikleri bir distopya kurgusunun da kurgusundan ibaret. Distopyaların gerçek olacağına dair düşünsel bir açıklamam ve inancım da yok açıkçası. Yalnız, bu kurgunun kurgusu, sadece bir ihtimalden ibaret benim için.
Tüm dediklerim için şimdilik sıhhatli ve kesin bir cevap mümkün görünmüyor. Ama yine sıhhatli bir şekilde düşününce, demin de dediğim gibi insan hak vermeden de edemiyor.
Bir şeyler ya değişiyor, ya değiştiriliyor. Ne at gözlüklerimi alelacele bir hevesle takıp yazıyorum bu satırları, ne de gözüme inen perdeden büsbütün habersizim… Objektif ve öznel bir şekilde gördüklerimi ve hissettiklerimi anlatıyorum sadece.
Varlık dramı ortada… Distopik kurgular ve imajinasyon çılgınlığı ise muallak ötesi muallak!