Dijital antikacılık, piksel estetiği, terabaytlarca eser
Epeydir eş dosttan duyuyor, ama bir türlü tüm teferruatıyla üzerine eğilemiyordum. Dijital sanattan söz ediyorum… Asla dijital bir sanat olamayacağına inancımdan dolayı bu sloganik yafta ilgimi hiç çekmemişti lâkin merak bu ya, göz atma arzuma da yenik düşmüş bulunmuştum…
Ekranda boy boy açılan, sanal renklerin birbirine geçmiş curcunası ve güya bir figür iddiasında bulunan yapmacık çizgilerin çizgi film minvalinde teşekkül ettiği ütopik sahneler… İlk tahlilde, dijital sanatın uzay soğukluğu ile metal soğukluğunu birbirine harcümerc eden bu hali bana, teknolojik devrimlerin o katı ve daima ütopyayı pohpohlamayı seven markalaşma merakını ihtar etti. En basit teknolojik aygıtın reklamı bile uzaya, metale ve erişilmezliğe atıfta bulunmasa olmazdı çünkü…
Teknolojinin markalaşması üzerine gevelenen paradigmaların göz bebeği bir eylemdi bu. Bir TV cihazı yahut bir cep telefonu bile uzayla, sonsuzlukla ilintili bir araçtı. Böyle sunulur ve kitlelere bu kisveyle kabul ettirilirdi.
Karşımda açılan dijital sanat ürünlerini izlerken sahneler arasında öyle robotik figürler vardı ki, insan hayrete düşüyordu… Elbette bu meraklılarınca müthiş bir sanat eseri olarak görülebilir ve hatta son dönemde sıkça şahit olduğumuz NFT çalışmalardaki gibi ticareti dahi yapılabilir…
Hususî bir zevktir bu tenkit ne haddime!
Ama bunu; geleceğin sanatı, sanatın yeni boyutu tarzında söylemlerle, estetik zevkleri ve insanlık tarihi boyunca teselsül halinde aktarılarak gelmiş birikimleri değiştirme ve bozma gayreti olarak önümüze sunuyorlarsa, burada bir problem var demektir. Mühendis, hendesesini yapar, mimar bu hendese nispetinde tasavvurunu plana döker. Usta taşı işler ve birbirine kenetler…
Mimari bir eser böyle vücuda getirilir. Ressam bakar, görür, onu kendi şuurunda işler ve el maharetiyle tuvaline aksettirir. Bu iki eserin arasındaki mutabık nokta ise bir plan ve şuur çerçevesinde ortaya konmuş olmalarıdır. Her ne kadar ressamın tuvalinde, tıpkı Soyut Avant-Garde Konstrüktivizm, De Stijl, Sürrealizm akımlarında olduğu gibi soyut bir dünyayı hatırlatan çizgiler varsa da o eser, bizzat gerçektir ve el emeğiyle işlenmiştir. Orada tabiatın bir temsili mahfuzdur. Ütopyası değil, temsili…
Dijital sanat ise sanat mefhumunun bizzat kendisinin dahi temsili olamayacak bir ütopyadan ibarettir.
Sanal bir dünyanın sözde hür ve mesuliyeti noksan sathında büsbütün emek yok değildir. Elbette dijital sanat da kendi çerçevesinde bir emek ürünü olabilir. Ama bilgisayar programlarının dilinden, monitör piksellerinin parıltısına nakşedilmiş bir takım kompozisyonlar bize hakiki sanat eserlerinin ötelere uzanan hissiyatını hatırlatmada oldukça kusurludur. Sanatı sadece bir hayal ürünü olarak nitelemek ve rengarenk bir curcunanın kuşandığı hayallere hapsetmek şüphesiz estetik duyuşlarımızı yok etmeyen lâkin oldukça zedeleyen bir meseledir.
NFT eserler için düzenlenen müzayedeler ise tamamıyla sanal paraların kullanıldığı özel uygulamalardır. Kaynağı belirsiz, kullanım alanları müphem ve fiziksel bir karşılığı olmayan bu sanal paraların salgın döneminde sık sık gündeme gelmesi ise tedirgin edicidir. İnsana ait ve bizzat insan için olan tüm tavırları sanal hülyaların insanı kolaylık adı altında cezbeden aldatmacasına bırakmak yanlıştır. Ticaret, en başında karşılıklı ve gerçek etkileşime dayanan bir memnuniyet müessesesidir.
Oryantalist tablolarda bile sıkça konu edilen halı pazarları sahnelerinde bu müessesenin hem maddi hem de manevi sıcaklığını seyredebilir ve tarihsel bir bakış açısıyla bu hakiki ticaretin geçmişten geleceğe uzanan tesirini yorumlayabiliriz.
Tıpkı yukarıda örneğini verdiğimiz çeşitli sanat eserlerinin sanatçı kavramı ile ilişkileri gibi halı dokumacılığı da (sanat ile ilişkisi göz ardı edilmiş ve yanlış yorumlanmış olsa da) hem zanaatçısı (sanatçısı) hem de muhatabı olan alıcısı ile fiziksel ve en mühimi gerçek bir ilişkiye sahiptir ki, alıcının satın aldığı bu eser ile kendi mahremiyetine, evine bu estetik dekoru layık görmesi ve onu nadide bir obje olarak belki de nesillerine aktarması, sanatın ekonomi ve estetik hissiyatlar ile ilişkisine de delalet etmektedir. Sanal bir ortamda bu ilişki beyhude bir gayretten öteye geçebilir mi? Bu sualin cevabını okuyucuya bırakmak en doğrusu…
Estetiği pratik bir değer olarak hayatın içine taşımak, toplumun estetik duygularının güçlenmesi demektir… Hiç dikkat ettiniz mi, neden bir antikacıya girdiğimizde oradaki objelerin her birinin birer sanat eseri olduğunu, hiç değilse bu objelerin en azından estetik bir değeri bulunduğunu düşünürüz?
Orada bulunan eserlerin ekseriyetle eski ve gerçek bir zanaat ve sanat ürünü olduğunu biliyoruzdur da ondan… Farkında olmasak da böyledir bu. Antika kavramında nostaljiye duyduğumuz o estetik güven saklıdır. Bizden yüz, iki yüz yıl sonra, dijitalizmin nostaljisi yaşanır mı dersiniz? Eğer dijital sanat kültürel sahada kendisine şöyle hakiki bir yer bulursa, insanlığın elinde sanat adına, kulak tırmalayan bilgisayar tıkırtıları, mekanik çizgiler ve göz alıcı renk cümbüşlerinden başka bir şey kalmaz demektir bu. Dijital antikacılık, piksel estetiği, terabaytlarca eser…
Umarım yanılırım…
Selimcan Yelseli
İnsanı birkaç konuda düşünmeye sevk eden, okumanın keyfli olduğu bir yazı olmuş. Elinize sağlık Selim Bey.
Okurken, sanayi devrimiyle ortaya çıkan fotoğrafın, devrimi bizzat yaşayan insanlar tarafından kabul görmekte zorlanıldığını hatırladım. Doğanın temsili olmadığı, estetik ve hakikatten yoksun olduğu -sanat zaten olmadığı- gerekçeleriyle. Fakat sanayi devriminin içine doğan insanların fotoğrafı kabul görmesi bir önceki nesil kadar zor olmamış. Dönem itibariyle bizler dijitale sonradan ulaşmış nesiliz ve kabul görmemiz daha zor olabilir dijital sanatı hatta özellikle nft yi 🙂 Ama bizlerden sonra, dijitalin içine doğmuş gençlerin zorlanmayacaklarını düşünüyorum her türlü kabulde. Seyredip göreceğiz.
Bu arada, dijital antikacılık, piksel estetiği ve terabaytlarca eser terimleri çok çarpıcıydı.