Eyüp Sultan türbesinde çinilere yapılan saldırı üzerine: “Sanat tarihi neden önemlidir?”
Aylar önce sosyal medyada Eyüp Sultan türbesinde çekilmiş bir video dolaşmaya başladı. Bir şahıs, etrafındakilere duvardaki çinileri göstererek, motiflerin şeytana benzediğini söylüyor ve soruyordu:
“Ne zamandan beri ihanete uğruyoruz?”
Ne zamandan beri ihanete uğruyoruz? Üzerinde düşünülecek bir sual değil bu aslında. Bu, manası apaçık ortada olan ve her yanından sadece iddia sızan boş bir slogan. Bir marjinallik göstergesi. Bilinemez olanları bilmenin imtiyazına sahip olmak isteyenin her yöne çekerek kullanacağı kirli bir lastik gibi…
İşte bu kirli lastiğe şuuru ansızın yapışan biri, eline bir çekiç alıp, güzelim çinileri parçalamaya teşebbüs etti. O, kendisine göre bir kahramandı elbet, şeytanı yenecekti. Sanat, estetik, tarih, bir yalan silsilesiydi ona göre. Ayrıca o dikkatliydi de… Yeryüzünde hiç görmediği şeytanı, bir çini üzerinde görünce bir bakışta tanıyıvermişti!
Peki, bir zamanlar köklerimizin estetiğe verdiği ehemmiyeti; hiç bir maddi duyu ile sınırlı kılınamayacak kadar müthiş olduğu için ancak hülyalı başımızda yükselen kubbelerde, bir derya içinde yüzüyormuşuz gibi içimize yayılan o berrak çinilerin tatlı serinliğinde bulurken bize ne oldu böyle?
Bize ne olduğunu ben söyleyeyim… Biz, -sözde- daha ciddi işler varken, sanat hakkında üzerimize derin bir umursamazlık pay edildiğinden beri; katı, kuralcı, inceliğe duyarlı bir şuurun yanına bile yaklaşamayacağı, metal rengi monitörlerden sızan ölgün ışıkların, kin ve nefretle büyüyen suni aydınlığında yaşıyoruz. Hürriyeti, figürleri şeytanlaştırmakla arayan, bununla bir nebze rahatlayan ve kendisini tarih karşısında aklayanların sefih cümbüşü yanı başımızda çalkalanıp duruyor. İddiaların büyüdüğü sosyal ağlarda bir baş dönmesi ile kahramanlaşma hevesinde olanların cahiliyetini izliyoruz.
Eğitim müfredatımızda maalesef ki, sanat ve sanat tarihi ile alakalı esaslı bir ders yok. Oysa sanat eğitimi ve estetik şuurunu idrak etmek birey için tıpkı okuma yazmayı bilmek gibi elzem bir gereksinim. Estetiğin ne olduğunun yanında, ne olmadığı da öğretilmeli üstelik. Misal olarak estetik, figürleri olgulara benzetmek değil, İslam sanatı gibi bir alan söz konusu olduğunda figürleri soyutlamasını bilmek hatta. Osmanlı sanatı söz konusuysa bir de, kökleri o denli derin motifler mevcut ki… İnsanın bu motiflerin de yanlış yorumlanacağından korkup, her birini saklayası geliyor.
Saklamak mümkün değil elbet. Ama hiç değilse suallerin öğretici yanından medet umalım ve “Ne zamandan beri ihanete uğruyoruz?” gibi mesnetsiz bir sualin yerine hakiki suallerle ilgilenelim:
“İslam Sanatları denildiğinde, aklımıza ne geliyor?” “Rumi, palmet, lotus denildiğinde ne anlıyoruz?”
“Figürlerin stilize edilmiş hallerini biliyor muyuz?”
“İçimizde şeytanların hiç bir temsile muhtaç duymayacak kadar gerçek varlığına gözlerimizi dikmek varken, yarattığımız şeytan temsillerine hangi kabahatimizin, cehaletimizin, çaresizliğimizin suretini giydirip saldırıyoruz?”
Sanatı mı günah keçisi ilan ediyoruz?”
“Geçtiğimiz aylarda Louvre’da da “Mona Lisa” tablosuna bir saldırı gerçekleşmişti. Saldırgan tabloya pasta fırlatmış ve yakalanmıştı. Asırlardır kendisine cephe alıp kendisine saldıran insan, şimdi sanat eserlerine karşı da mı bir cephe açıyor? Artık insanlık geçmişin külfetini mi taşıyamıyor yoksa?”
Bu suallerin cevabını düşünürken, şundan da emin olduğumu ifade etmeliyim… Ayasofya’nın kapısını yutmaya niyetli hayran ağızlar ile çekici tutan gaddar el aynı gövdenin uzuvlarıdır.
Sevgi ve nefret, estetikten bîhaber olunca birleşir ve onları birbirilerinden ayırmak artık mümkün değildir.
Ve her birimizin üzerinde başımızı ellerimizin arasına alıp düşüneceğimiz son bir sual daha;
“Sanatı tarihi neden önemlidir?”
geyik başı ve
hasan ve hüseyin r.a. temsilen çizilmiş iki yaprak