Medeniyetimiz edebî bir medeniyettir
Medeniyetimiz, edebî bir medeniyettir desem, mübalağa değildir. Şöyle bir geçmişe dönüp bakalım, medeniyetimizin köşe başlarında, ellerinde kalem, şuurlarında birbiri ardınca uzayıp giden fikirleri ile edipler karşılarlar bizi. Şehirlerimiz, köylerimiz dört bir bucağımız edebiyat doludur. Nesilden nesile aktarılacak medeniyetimizin, ne çok hikayesi, ne çok şiiri, ne çok sözü vardır. Nasıl olmaz? Anadolu’nun düşmana kapalı surlarının bucaklarında irfan ateşi ile hece hece hikmet devşiren Yunus’lar, Fîhi mâ Fîh bir sırrın hikmetiyle, kendi sözünü yaşadığı dönemin aynası kılan Mevlana’lar, sonra Karacaoğlan’lar, Erzurumlu Emrah’lar… Niceleri… Bir bakarsınız, fezadan, o en uzak, en bilinmez yıldızlardan, gümüşî bir kafiye düşürür Nedim. Okudukça, ruhunuzun içinde çoğalır fezadaki yıldızların yumuşacık sıcaklığı… Bir bakarız; “Fâriğ olmaz” Şeyh Gâlib Dede, söyler dururuz. Taşlıcalı Yahya’nın sesine karışır sesimiz kimi zaman; “Gönül evini yık koma taş üstüne bir taş / Sen yap onu eller ona virane disünler…” Medeniyetimiz, edebî bir medeniyettir desem, mübalağa değil… Ama medeniyetimiz ve edebiyatımız arasındaki ilişkiyi esaslı temeller üzerinde yükseltmeye, medeniyetimizi edebiyat mevzubahis olduğunda bir bütün olarak ortaya koymaya muvaffak mıyız? Tasniflerin ötesinde, Orta Asya’dan süzülmüş, çeşitli dillerle, edebi türlerle kaynaşıp en has kıvamını Anadolu coğrafyasında bulmuş bir edebiyatı, hiçbir ayrım gözetmeksizin ortak bir miras olarak almaya, böyle bilmeye ve nesillere böyle aktarmaya hazır mıyız? Bu toprakların edebiyat tarihi, medeniyetimiz ekseninde -tutarlı bir tahlile varacaksak eğer- Anadolu ardından İstanbul ve ardından Tanzimat ile birlikte batı odaklı bir minvalde teşekkül etmiştir diyebiliriz. Tanzimat sonrası batı odaklı gelişen roman, edebiyatı sadece belli bir zümrenin ilgisi haline getirmiştir. İlerleyen yıllarda Anadolu topraklarının bereketiyle, Anadolu insanının sabrını anlatan Yaşar Kemal’ler, Tarık Buğra’lar gelmiş, müthiş eserleri ile medeniyet kavramını, edebî alanda bir başka veçhesiyle ele almışlardır. Ama ne yazık ki, medeniyetimizin edebiyatı bir türlü Anadolu ve İstanbul ayrımı gözetilmeksizin bir bütün halinde ele alınmamış, böyle aktarılmamıştır. Şüphesiz bu toprakların edebî birikimi ve medeniyetimiz tek bir çatı altında, kendisine has hususiyetleri ve terkipleri ile ele alınmalı. Çünkü bir medeniyetten bahsedebilmek için, sanat özelinde edebî bir miras elzemdir. Bu kadar zengin bir edebî mirasımız varken, dönemlerin ve bu dönemlerin kıstaslarının içinden bu mirası kurtarmak oldukça mühim. Bugün bir yerde medeniyetimizin edebiyatı hakkında şöyle bir söz etmeye görün, derhal saray şiiri diye divan edebiyatını yaftalar, batı taklitçisi diyerek romanımızı bir hiç mesabesine indirmekte hiç tereddüt etmezler. Oysa edebiyatımızı medeni bir bileşim, geçmişten geleceğe uzanan sağlam bir köprü olarak, böyle bilip, böyle anlayarak, bir bütün halinde ele alsak nasıl olur?
DEVAMI GERÇEK TARİH DERGİSİ NİSAN 2022 SAYISINDA