Mevlana ve Anadolu ruhu
Mevlana hazretleri, 1207 yılında, günümüz Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. O günlerin sosyal koşulları gereği babası Bahaddin Veled Belh’ten ayrılmak zorunda kalır. Önce Nişabur’a gitmiş ve burada Ferüddin Attar ile tanışmıştır. Mevlana ilköğrenimini felsefe, filoloji ve dini bilimler konularında 4 yaşından itibaren babasından almaya başlamıştır. Nişabur’da, Mevlana, bilge insan mutasavvıf Ferüddin Attar’dan dersler almıştır. Mevlana 7 yaşında iken babası ile birlikte, 1214 yılında Nişabur’dan Bağdat’a gitmişlerdir. 4 yıl burada kaldıktan sonra, 1218 yılında Konya’ya (Karaman) göç etmişlerdir. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından Konya’da Bahaddin Veled için bir medrese (üniversite) yapılır.
Mevlana’nın Konya’ya geldiği zamanlarda Selçuklu Devleti’nin Batı Anadolu bölgesine aynı zamanda Rum Diyarı da deniliyordu. Bunun için Mevlana’nın adına burada Rumî ismi de ilave edildi. Böylece bilge mutasavvıfın ismi Mevlana Celaleddin-i Rumî olmuştur. Mevlana Celaleddin-i Rumî, Konya’da Mevlana Şemsi Tebrizi’nin derslerine devam eder ve ondan etkilenirken yakın dostu olur. Mevlana 24 yaşında babası öldükten sonra, babasının ders verdiği medresede ders vermeye başlar.
Rahmetli bilge insan büyük düşünür üstat Sezai Karakoç, Mevlana’nın Konya’daki öğretimini sürdürürken yaşanan bir olguya, 1990 yılının şubat ayında Ankara’daki bir sohbetinde bizlere anlatmıştı. Şöyle ki, Şems Tebrizi’den dersler alan öğrencilerin bulunduğu odaya hizmet eden (Tebrizi’nin ve öğrencilerinin çay ve diğer işlerini gören) bir görevli vardır. Bu görevli yıllarca Tebrizi’nin yanında çalışmıştı ve Mevlana oraya geldiğinde de çalışmaktaydı. Aradan biraz zaman geçince görevli Mevlana’nın bilgi birikiminin ve kavrama kabiliyetinin farkına varır. Hocanın sorduğu sorulara en doğru cevapların Mevlana tarafından verildiğine şahitlik eder. Görevli işi bitince sınıfın giriş kapısı eşikliğinin bir köşesine oturup öğrencilerle birlikte dersi dinliyor. Zaman ilerledikçe görevli Mevlana’ya “Senin yerin hocamızın yanıdır. Herkes oraya oturmak için erkenden gelip oturuyorlar. Sen benim yanıma oturma. Gidip hocanın yanına otur,” diyor ve bu talebini periyodik olarak tekrarlıyor. Mevlana’da görevlinin takva sahibi olduğunu, kalp gözünün açık olduğunu ve yüksek bir sağduyuya sahip olduğunu fark ediyor. Görevli bir gün yine o sözü söylediğinde, Mevlana şöyle der, “Başköşe dostun dizinin dibidir.”
Mevlana, olayları hem akıllıca hem de gözüyle inceledikten sonra o konu üzerinde konuşmaya başlardı. Yolculuğuna, ele aldığı konunun özelliğine göre akılla başlayıp, ruh dünyasında veya gönül gözüyle başlayıp akıl aleminde sonuca bağlardı.
İslam Uygarlığı, 8. Yüzyıldan 15. Yüzyıla uzanan 700 yıllık dönemde çok parlak ve evrensel bir yönetim anlayışının önderliğinde, yeryüzü insanlarının önünü aydınlatmıştır. Ve Müslümanlar bu dönemde altın çağlarını yaşamışlardır. İslam medeniyeti Müslümanlar için bir felah, tüm insanlık için bir kurtuluş muştusu olmuştur. Bu altın çağ döneminin ortalarında Mevlana Anadolu’ya gelmiştir. Onun geldiği yıllarda Anadolu Türk-Müslüman halkları, Moğolların yayılmacılık davranışlarının etkisiyle zaman zaman sarsıntılar yaşıyordu. Böyle bir ortamda Mevlana, İmam Gazali’nin fikirlerinden ve metotlarından da yararlanarak Anadolu insanının yeniden diriliş tohumlarını, bu Müslüman halkların ruhunda filizlendirmeye çalışmıştır diğer bilge ve bilim insanlarıyla. O zamanlar, bu Müslüman milletimizin Mevlana ile birlikte yetiştirdiği İbni Cübeyr, Abdullatif el Bağdadi, Cezeri, İbni Şeddad, Şemseddin Semerkandi, İbn’l Baytar, Usame bin Munkiz, Nasirüddin Tûsi, Zekeriya el Kazvini, İbn Nefîs, İbrahim Hilati, Müeyyiddin Urdi ve diğerlerinin çalışmalarıyla, Mevlana’nın “İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur,” tespitinden hareket etmişlerdir.
Müslümanların İslam inanç, imanı ve kültürünü esas alarak ruhun yeniden dirilişi muştusuna ulaşmışlardır. Çünkü o yüzyılların bilgeleri ve bilim insanları yöneticileriyle birlikte, Mevlana’nın “İnsanları iyi tanıyın, her insanı fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin,” ilkesinden hareket etmişlerdir. Ve hakikat üzere yollarına milletle birlikte devam etmişlerdir. Mevlana “Bir yandan korkun, bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun, tek kanatlı uçulmaz zaten.” Diyerek halka içinde bulundukları olumsuz koşullardan çıkacakları ruhu kazandırmaya çalışmıştır ömrü boyunca. Bundan da başarılı olmuştur. İnsanların ve toplumların, bilge insan Mevlana’nın bu sözünün özüne vakıf olduğu olmaları kendilerinin ömürleri boyunca huzura ereceklerinin bir yol haritasıdır. Mevlana’nın evrensel postulatları günümüz dünya insanları tarafından birer evrensel ilkeler ve öneriler olarak kabul edilip söylenmektedir. Temennimiz, hedefimiz bu söylemlerin hayata aktarılması için biz Müslüman insanların, insanları severek, gerekli fedakarlığı, feragatı, çabayı ve emeği vererek amacı gerçekleştirmektir. Ruhun, gönlün ve zihnin dirilişi ile başlamalıyız işimizi yapmaya.
Mevlana, döneminden günümüze her insan zihninde ve ruhunda farklı bir ruh hali oluşturmuştur. Her insanın Mevlana’nın metafizik dünyasında kendine bir yer edinmektedir. Mevlana sevgi, sabır, incelik, erdemlilik, güzellik, iman ve zerafet anıtı olarak insanlık tarihine İslam medeniyetinin bir armağanıdır. Muhyiddin İbnü’l Arabi’ye göre Mevlana, insandan bir okyanus olup büyük bir etki alanına sahiptir. Yeni evrenseldir. Anadolu’nun manevi mimarlarının en önde gelenlerinden biridir Mevlana Celaleddin-i Rumî.
İnsanlar ilk varoluşlarından itibaren kendi varlığını, ömrünü sürdürdüğü ve içinde bulunduğu dünyayı ve tüm bunların yaratıcısını bilmek ve kavramak ister. İnsan bu bakış açısını ve algılayış gücünü kuvvetlendirerek bedensel varlığı ile ruh alemi arasındaki birliktelik dengesini kurmaya çalışır. Metafizik dünyadan (ruh aleminden) fiziki dünyaya (ömrünü sürdürdüğü) gönül ve zihinsel yolculuğunu sürdürür. İnsan samimiyeti, dürüstlüğü, iyi niyeti ve sonsuzluk amacına yönelik olarak hakikatı bulmaya, diğer bir deyişle hakikate ulaşmaya çalışır. Beden insanın özdeksel varlığının ispatı olup, vücudun yol göstericisi aklıdır. Akıl kainattaki tüm varlıkların yaratılışlarını, bunlar arasındaki ilişkileri inceler, analizini yapar ve sentezini tamamlar. Kısaca akıl bilimsel çalışmalar yaparak fiziksel varlıklardan yeni bir şeyler yaratır (icat eder). Ruhun yol göstericisi olan gönül ise, insanın hakikat yolunda ilerlemesini sağlar. Çünkü insan ruhunu sürekli dirilterek hakka ulaşmaya çalışırlar. Ömürle ilgili olan bağıl hakikatler sonludur. Hayatla ilgili olan mutlak hakikatler sonsuzdur.
Aklın öncülük yapacağı özdeksel araştırmalar konuları ile gönülün öncelik yapacağı metafizik konularını kendi bağlamlarında ele almalıyız. İkinci adım olarak ruhun öncülüğünü yaptığı gönülün işlevselliği ile aklın fonksiyonlarının bileşkesini insan ve toplum hayatına aktararak, problemleri çözmek için doğrular ve hakikat üzere çalışılmalıdır. Bu konuda Farabi ve İbn Sina’nın düşünceleri önemlidir. Peygamberlerin işaret ettikleri ve yol gösterdikleri adalet sistemi ve yönetim sistemi çok dikkat çekici örneklerdir. Gazali aklın tek başına hakikati bulma özelliği taşımadığı tezini savunmuş, kendisinden önceki felsefecilerin sadece aklı temel ilke almalarına karşı çıkmıştır. Mevlana Celaleddin-i Rumî Anadolu’ya geldikten sonra, akıl ve gönül kavramlarının bir birliktelik dengesini kurarak, Anadolu insanlarının ruh ve akıl arasındaki ilişkileri, İslami bilgiler ve İslam medeniyetinin evrensel ilkeleri üzerinde hareket ederek, İslam milletinin önüne yeniden bir “Çıkış Yolu” koyduğunu görüyoruz. Mevlana her insanın anlayabileceği bir dil kullanarak fikirlerini söylerken, bir bilge insan olma özelliğinden dolayı da kendine özgü edep söylemini asla terk etmemiştir. Toplum felsefecilerini veya düşünürlerini, aklın insan hayatındaki önemini tek ve mutlak değer kabul eden rasyonelistler, gönül gözünü esas alan soyutçular, ruhu (gönlü) ve bedeni (aklı) birlikte olan hakikatcılar olarak tanımlaya da biliriz. Ruh ile beden birlikte var olduklarına göre, bu birlikteliğin problemini çözecek olan görüş de akıl ve gönül düşünürleridir. Mevlana, bu üçüncü grubun öncülerinden olup, çağının ve gelecek yüzyıl insanlarının hakikat dünyasını inşa etmiş ve bu ruhu Anadolu’da yaşayan insanlara yaşatmıştır. 21. Yüzyıl dünya insanları, Mevlana’yı insanlığa yaklaşımından dolayı bir metafizik ve fizik düşünürü olarak yaşatıyorlar. Çünkü Mevlana aklı (iradeyi) külli ve cüzi olarak iki kategoride ele alır. Külli irade mutlak irade olup her şeyi yoktan var eden yaratıcıya aittir. Cuzi irade ise yaratılan eşrefi mahlukat (yaratıkların en üstünü) olan insana verilmiş olan akıldır. Mevlana reel bilgilere ulaşmak için felsefenin yöntemlerini de kullanmıştır. Felsefi kanıtlar hakikatin önünü açtığı sürece insanlığa fayda sağlar. Mevlana’ya göre hakikatın aranmasında aklın önemi inkar edilemez. Ama tek başına yeterli değildir.
Mevlana, “Beden ruh vasıtasıyla hareket eder, fakat siz ruhu göremezsiniz. Ruhu bedeninin hareketiyle bil.” Demektedir. Evet, ruh görülmez. Vücudu hareket ettiren kuvvet ruh olduğuna göre, ruhun o maneviliği yapısında ihtiva ettiği gücün büyüklüğünün ne kadar büyük ve etkili olduğunu söylemektedir. İnsan bedeninin ömrü boyunca yaptığı işlerin, geliştirdiği yeniliklerin ve becerdiği diğer tüm faaliyetleri göz önüne alıp değerlendirdiğimizde insanın metafizik (ruh) boyutunun mutlaklığı ve fiziki yapımızın görünmeyen boyutu olduğu, aklını kullananlar için yadsınamayacağı açıktır. Bedenimizi ve onun işlevini anlayabiliyorsak ruhun varlığını da kavrarız. Ruhun, beden ruh olmaktan, hareket etme özelliğini yitirdiğinden artık o bir mevta olur. Mevlana, “Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerekli,” diyor. İnsan olmak için önce çalışmak gerek. Bu çalışma mücerred alanda olduğu gibi, müşahhas sahada da olur. Vücut çalıştıkça alın teri, ruh çalıştıkça gönül teri yeryüzünü aydınlatır ve insanların önünü bir bengisu çağlayanı olarak ışıldatır. Bu terleri döken insanlar emek harcadıkça büyürler ve varlıklarını sonsuzlaştırırlar. Mevlana Celaleddin-i Rumî “Peygamberlerin ahlakını yetiştirip besleyen Allah’ın ahlakına bürün. Ahlak örtüsü olmayanı baş örtüsü dindar yapmaz.” İfadelerini kullanıyor. Peygamberler ahlaklarını doğrudan Yüce Allah’tan alırlar. Onun için Peygamberlerin yaşam biçimleri diğer insanlar için örnek ve önderlik içeren bir davranış tarzıdır. Allah’a ahlakının bu dünyadaki canlı, yani yaşanabilen ahlakı Peygamberlerin ömürleri boyunca insanlara karşı gösterdikleri davranışlarıdır. Ahlak örtüsü, Allah’ın Peygamberlerine önerdiği ve onları, bizzat kendisinin donattığı Peygamberlerin de çağlarındaki insanların sunduğu ahlaktır. Allah ahlakından yoksun olan insanların yeniden ruh dirilişini yaşamaları gerekiyor. Mevlana’nın perspektif olarak ve tümden gelen yöntemiyle tanımladığı Allah örtüsü (ahlak) olmayan insanın, tümleşik ahlak kavramının içinde bir parçacık olan başörtüsünün insana fazla bir şey kazandıramayacağı ifade edilmektedir. Onun için toplum düzeninin ve huzurunun sürekliliği adına İslam ahlakı ile yaşamamız bir insani görevdir.
Mevlana Celaleddin-i Rumî zamana, ölüme ve hayata yön veren ve bunlara yenilmeyen bilge insandır. Özdekseli ruhun diline özdeş kılan insanlardan biridir. Mevlana döneminde, uygarlığımız şehirlerde, camilerde ve toplumun görünümünde yeniden parladı. Ve yakılıp yıkılan Anadolu’yu ve Anadolu insanını, kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek kendilerine özgü hayata döndürdü yeniden. Bu eylem bir değişim, evrensel boyutlu bir oluşum olarak tarihte yerini aldı ve gelecek yüzyıllara ışık olan, günümüze kadar gelen, bundan sonraki yüzyıllarda da devam edecek olan süreci başlattı. Tüm bunlar şuurlu bir biçimde ortaya kondu ve uygulandı.
Mevlana zihinsel ve akıla özgü öğretimi, öğrenmeyi ve eğitimi en iyi şekilde almıştı. Bu öğrenimin içinde aynı zamanda manevi ilimlerde vardır. Her insanın Allah’a karşı olan ödevlerinin yanında insanlara karşı da sorumlulukları vardır. İşte bilge insan Mevlana bu iki sorumluluğunu eksiksiz yerine getiren bir üstattır. Mevlana İslam medeniyetinin temel kaidelerinden biri olmuştur insanlık tarihinde. İslam’ın bireye ve topluma özgü kavramlarını ve değerlerini altın oranındaki dengede sürdürmüştür. Aynı zamanda, tarihin kültür ve hayat tarlasına sonsuzluk düşüncesinin tohumlarını ekti hayatı boyunca. Mevlana entelektüel platformdaki bozuluşun önünü keserek, halk kitlelerine yayılmasını önledi. Böylece İslam milleti yeniden ruh ve akıl sağlığına kavuştu. 13.yüzyıldan itibaren İslami Düşünce Sistemi’nin üç sac ayağı; İmam Gazali, Muhyiddin-i Arabi ve Mevlana Celaleddin-i Rumî olmuştur. Bu üç bilge insan Müslüman halkların umutlarının azaldığı zamanlarda onlara ruhlarının yeniden dirilişini kazandıracak Müslüman toplumların ayağa kalkmasını sağlamışlardır.
Mevlana, Müslümanların Hristiyanlık ve putperestlik etkilerinden korunmasını gerçekleştirmiştir. Bunu yaparken kendi döneminin insanlarının eğlenmeye, müziğe ve şiire olan eğilimlerinden faydalanmıştır. Bunun için Mevlana’da hem ney, hem sema, hem de şiir birlikte bir varoluş kompozisyonu içerisinde sunulmuştur. Mevlana ile Anadolu büyük bir hızla diriliş aydınlığa ulaştı. Mevlana’nın bir muhatabı vardı, o da insanlardı. Hayatı boyunca dünya malını bir kenara atmıştır. İnsanların ellerinden tutuyor, birlikte var edene doğru yol alıyorlar. Yani Mevlana toplumla birlikte, o büyük yaratıcıya doğru ilerliyorlar. Halktan kalkıp, Halık’a varış yolculuğunu yapıyorlar. Böylece Mevlana ile Anadolu ruhu adeta ateşlendi ve Müslüman Anadolu halkı yeniden dirildi, aydınlandı. Bu aydınlanış asırlar boyu sürerek 21.yüzyıla kadar geldi. Bundan sonraki yüzyıllar boyunca da bu aydınlanış ve diriliş, Mevlana’yı anlayan, kavrayan ve İslam uygarlığının evrensel ilkelerini uygulayan bilge insanlarca sürdürülecektir. Ve yerküre üzerinde yaşayan herkes adalet güneşinden yararlanacaktır.
Gerçek Tarih Aralık 2022 sayısında yayınlanmıştır.